Kahvehane
Hani kahvede oturup bir çay yudumlamayalı, muhabet aromalı sigara kokusunu üstümüze başımıza sindirmeyeli bayağı da olmuştu. Bayağı derken, bayağı bayağı olmuştu. En son lise yıllarında 7 sene kadar önce, yeni başladığımız sigara ile rahat rahat suni tenefüs yapmanın, okey şıkırtısı ile başlayıp 52’liklere geçişin, özellikle cuma günleri öğleden önce peş peşe gelen Edebi Metinler ve Matematik derslerinden kurtulmanın en keyifli en güzel yoluydu. Açılışını, yarım saat kadar daha erken kepenk kaldıran karşı pasajdaki atari salonunda bekleyerek geçirirdik ki; bi’ şeyi beklemek ancak bu kadar zevkli olur hani. Yalnızca, sağlamda kareydik diye geçiştirilmeyecek derecede de sağlam kareydik doğrusu. Mekan (Selçuk İşhanı Yıldızeli Kıraathanesi) desen güzide lisemizin mezunlar lokaline dönmüştü. Eskisi yenisi herkes oradaydı. Sonra ne oldu yaklaşan öss stresi mi? Yoksa bi şekilde baş gösteren ortacılara tavır mı? -18 polis baskını korkusu mu? Ya da hepsi birden mi? Tam kestiremiyorum şimdi ama büyüsü birden bozuldu gitti.
Devamında üniversiteli İstanbul uğruna, ata toprağı ile beraber yeni filizlenen kahve kültürünü de terk ettik. Zaman içinde arkadaşlara göz atalım diye kapısının önünden geçmelerimiz ile yeni şehrimizdeki cafe’nin yandan yemişi ama özünden kahvehane ile uzaktan yakından alakası olmayan ortamları saymazsak dediğim gibi yaklaşık 7 yıldır çuhalı masalarda çay içmedim höpürteterek.
Bi biskerem versem ne iğrenç bi reklamımızdın sen ah tipsiz abla…
Bütün günün, koşturmak, bi’ yerde bi’ şeylere yetişmek ve stresini dibine kadar hissetmek şeklinde özetlenebileceği, havanın “küresel ısınma var ama bak bazen aralık aynın sonunda da olduğumu hatırlarım hani” dediği bir akşam üstü ızdırap şehrim Başakşehir’e dönmenin farklı kıta Kartal’da hesaplarını yaptığım dakikalarda, Ahmet abi ile geçen “araba var seni Küçükyalı’dan alırım, Başakşehir’e bırakırım, biraz bekleyeceksin ama… ” ulvi havadisler içeren telefon konuşması ile başlayan, daha sonrasında gün boyu bi’ şey yemediğimin aklıma gelmesi hemen istasyonun dibinde gözüme ilişen kahve, görmesem bile ısısını hissettiğim soba, akabinde en yakın bakkala girip bisküvi almam -ki biskremdi, ironi kapıdan içeri girerken dank etti.- tamamen içgüdüsel olarak bi iki dakkikada gelişen hadiseler silsilesi oldu.
Benim tek dostum çayım,bisküvim,sobam…
Tuhaf bi şekilde içeri girer girmez kendimi pek bi rahatlamış hissetim. Yabancı bir bakış bi garipseme var mı diye hızlı şekilde göz attım etrafıma. (Bu genel taramada evvelce zaman bi çay içelim diye girdiğimiz ortamın kumarhane çıkmasından yadigar. Çerezine oturulmaz oynanmaz diyerek yolcu etmişlerdi.) Herkes gayet mutlu mesut kağıdını sayıyor, perini yapıyordu. Taa en başından gözüme kestirdiğim sobanın başındaki masaya kuruldum. Toramanından bi bardakta çay söyledim. Bahsi geçen huşu hala dolmaya devam ediyordu bu arada.
İlk fark ettiğim şey beni de dahil ettiğimiz vakit yaş ortalamasının gayet 65 üstü hatta belki 70 üst, pek fena derecede olgun olduğu idi. Yani tam manası ile emekliler yuvasıydı. Hatta o kadar ki her kahvede olan, ortada çayı getirip götüren genç eleman versiyonu bile nereden baksan 45 yaşında vardı. Sanırım ortamdaki tek siyah saçlı canlı bendim. Bu bile sevindirici şekilde ” bunun burda ne işi var ki? ” sebepli rahatsız edici dikkatleri çekmeye yetmiyordu.
Fırlamalık yaşta değil baştadır…
Çözülmeyle beraber daha ayrıntılı gözlemlere geçtim hemen. Arka cenahımda kalan koca kahvede benim dışımda tek başına oturan dayı, sözlüğün tam orta yerinden kara kara düşünüyordu. Yahu dertli galiba diye fikir yürütmeye fırsat bulamadan, onun solunda kalan masanın sırtı bana dönük konuşlanmış galip oyunucusu, karesini domine etmiş, galibiyetle beraber şovuna başlamıştı. Helal sana bu yollar her daim senin gibi neşe kaynağı insanları severim ve çevremde olsun isterim diye nerdeyse başımı sallayarak kendi kendimi tasdik etmeme yol açan abimiz, ben ortamdan tam kalkarken yeni bi oyununda sinekleriyle beraber teşkilatını tamamlayacaktı.
Gündemdeki azgın teke fenomeni…
Bu esnada ” Nasıl da koydular Fener’e !” lafı çalındı kulağıma. Tam nasıl kim niye üç soru işaretine gark olmuş “yahu Gs’ye çaktılar, Bjk’ye kaydılar biz ligi lider bitirdik yakınlarda yenildik miydi? ” diye hafızamı kurcalamaya başladım aynı zamanda sesin sahibini de kesiyordum. Sonra bi önceki gün farklı yenildiğimiz basket maçımız geldi aklıma, vaaaaayy mına koyyum! ünlemini koyverdim. Devamında “Avrupa’da Fener maçları orgazm yaşatıyor.” dediği saniyeler var ki işte “Eh be emiceee tamam pes ama icat olmuş muydu senin zamanında ? orgazm yakışıyor mu iki gün sonra dişsiz kalacak ağzına ?” diye içimden geçirsem de kuytu köşemde gündeme olan yakınlığını, belkide icraattaki başarılarını da takdir etmedim değil.
İster fakir ol ister fukara, her yemekten sonra yak bi cuğaraaa…
Son olaraksa bi işçi emeklisi, bi doktor, sürekli türkü mırıldanan bir amca ve etkisiz elemandan müteşekkil aynı zamanda bana en yakın olan masaya odaklandım. İstanbul’da pek rastlanmayacak derecede düzgün Türkçe kullanıyorlardı. Ekürisi tarafından doktor kataraktla alakadar bi parça darlanıyordu, sonuna yetişemesem bile muhtemelen bu stratejik hata mağlubiyetlerine yol açacaktı. Zira türkü mırıldanan gayet sağlam kitlenmişti oyuna. Laf aramızda “Maphusanelere attım postu aman” severim bu türküyü . Sanırım bu yüzden gönlüm onlardan yanaydı umarım kazanmışlardır. Bu arada sağa sola selam vererek paltosunu bile çıkarmadan etkisiz elamana hızlıca pike yapan belli ki gediklilerden bir tanesi, tek dal sigarasını kapıverdi. “Hüüop o ne ne iş elinde sigara falan yasak değil miydi sana” tepkisi geldi anında tribünlerden, “Yauv bizim hanım akşam yemeklerden sonra bi’ tane içer” diye geçiştirmeye çalışsa da ben bile hadi leeeyn deme ihtiyacı hissettim. Ganimeti orada yakmadan aynı süratle uzaklaştı tiryakimiz. Düşünüyorumda ne güzel gitmiştir o duman genizden ciğerlere. İlk içilen sigaranın tadını damakta, bulanıklığını beyinde bırakarak hem de.
Hep yalnızlık var sonunda,yalnızlık ömür boyu…
Ve devamında telefonum çalmaya başladı. Çıkmak için hazırlanırken bi yandan da Erzincan Kemaliye İlçesi Aşağı bilmem ne köyü saatli maarif takvimindeki olası Erzincan manzarasına bakıyordum. Bakışlarım yalnız ve dertli dayıya doğru istem dışı kayıverdi. Pozisyonda en ufak bi değişiklik yoktu. Hala çok yalnız hala çok dertli gözüktü gözüme.
uzun zamandır sitede yazı yayınlamıyordu kimse. bu suskunluğun ardına da, böyle şahane bir yazı yakışırdı…
eline sağlık ATBS…
“Al kızı ver papazı” hayatların arz-ı endam ettiği yerler..
Eline sağlık Babacım
Güzel yazı. Ah be abi sigara kokulu çuhalar,kulak arkası yapılan sigaralar,eksi de çiz olmaz…
yenimahalle tren istasyonunda inince bir kahvehane vardır. bahçesi asmalı. hayatımın en güzel çayını orada içtim. bir de cankurtaran da var. hemen hemen aynı şekilde bir kahvehane. kadınken bile bakmamışlardır dik dik cemaatleri. şiddetle tavsiye ederim.
Bu kahvehanelerde maç seyretmek vardır bi de, cine5 zamanlarında. Hele bi de trabzona koymak vardır.. off off tadına doyulmaz hakkaten..