“Kıl”işe
Eskiden sabahlardık ya, hatırlıyorum. Savaş Ay’dır, Siyaset Meydanı’dır, Ceviz Kabuğu, bilimum Okan Bayülgen Show’ları… Haftasonları da böyle konuklu programlar olurdu, ne bileyim konuk çağırılır, onunla ilgili mini bir cv-vtr (ne demekse) izletilir, sonra ropörtajlardan alıntı yapılarak sohbete koyulunur. Çanak sorular, klişe sorular da cabası. Bu programlarda hep “ben olsam şöyle cevap verirdim” diye düşünmüşümdür hep. “Bu alıştırmaların meyvelerini iş mülakatlarında topladım” demek isterdim ama malesef bi erkeklik cinsel organına yaramamıştır bu güne kadar.
Hadi gelin itiraf edelim (E.Özkok mode on), çok acı ya. Bazen size de oluyor mu bu? “Herkes 15 dakikalığına ünlü olacak” muhabbeti gibi biraz. Sanki böyle ölünce Uğur Dündar özel program yapacak sizin için ya da Okan Bayülgen dostlarınızı çağırıp sevdiğiniz şarkıları söyleyecekler, anılar anlatılacak falan. Özel siyaset meydanı yapılacak, arşiv görüntüleri (doğum günü, sünnet v.s) İlkokul öğretmeniniz falan konuşuyor. Neyse konu bu değildi.
“Bir röportajınızda demişsiniz ki…” diye başlayan körler/sağırlar programları gibi bir oyun oynayalım mı? Ya da bir zamanlar Ayşe Arman ablanın yaptığı gibi sanal röportaj gerçekleştirelim. Tümüyle copy-paste, tümüyle “nereden bakmak istiyorsanız oradan bakarsınızla alakalı”… “Bana Bir Şeyhler Oluyor” da vardı bu muhabbet. Medyanın olayları nasıl çarpıttığı, nasıl cımbızladığıyla ilgili.
TribünDergi‘nin tozlu sayfalarında dolaşırken dea reisin güzel bir yazısına rast geldim. Yazmakla ilgiliydi. Hadi gelin manşet çıkartalım, provake edelim milyonları, yanlış yönlendirelim.
Yazının orjinali şurada…
Cımbızvaktim.com olarak muhalif site fasulyeden.com’un yapımcılarından dea ile gündeme dair keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Böyle bir site kurma fikri nereden çıktı, yazma serüveni ne zaman başladı?
Anadolu Lisesini kazanıp evden ayrılmış, artık yatılı olarak okuyorken de, bulunduğumuz yurtta bir dergi çıkarmıştık birkaç arkadaşla. Harçlıklarımızdan para ayırıp bir takım malzemeler almıştık, kağıt, kalem, makas, uhu filan. Kartvizit bile bastırdık, haha Derginin adı Dünya‘ydı, ne alakaysa. Çok ciddiye alıyorduk ama. Bilgisayar milgisayar yok tabi o zamanlar yurtta. Yurt Fethullahçı yurdu idi. Yurt müdürüne gidip anlattık derdimizi, böyle böyle birşey yapıcaz biz diye. Adam çok sevmişti sanırım fikri. Zaman Gazetesi bürosundan eski bir daktilo getirildi. Cemaatin içinden bir kırtasiyeci fotokopileri bedava çekme sözü verdi. Biz de bu nimetlerin hakkını verelim diye dergiye “Bugün Allah için ne yaptın?” gibilerinden yazılar sıkıştırıyor, Sızıntı dergisinden kes-yapıştır yazılar filan koyuyorduk. Cumartesi sohbetleri için yurda gelen cemaat mensubu esnafa dergiyi satıyor. İyi de para kazanıyorduk.
Sevmiyorum bu kısır döngüyü, adına gazetecilik deniyorsa değil, sıkıldım bu düzenden. Bir adam birşeyler yapar, gündeme oturur, röportaj yapılır, ordaki bir laf cımbızlanır, kayıtlara öyle geçer, millet anlamadan dinlemeden direk manşetle yargılar, o manşet yapışır kalır, sonra ayıkla ayıklayabilirsen bulgur pilavının taşını. İşin en mide bulandırıcı kısmı, bu cımbızlanan cambazın bu durumdan memnun olması: “Reklamın iyisi kötüsü olmaz” mantığıyla..
Acayip şekilci olduk, sloganlarla konuşuyoruz (be hey dürzü şiirleri, bir lafa bakarım adam mı diye Mevlana alıntıları)
Koskoca eli öpülesi ev hanımlarının : “Aaaa Ayfer koş, Sena’nın kocası Türkeş’in fotoğrafını beğenmiş, onlar ülkücü müydü? Hiç beklemezdim” gibi fişlemeler…
Savaş Ay’dan nereye geldik ya.
hocu sen niye bu kadar seyrek yazıyon yeaa?