Sinema salonlarındaki soğuk savaş
Nedir yani, kalmadı mı başka dünyevi mesele ? Kalmadı kardeşim.
Sağından ve solundan, iki taraftan da hamle alabileceğin bir strateji dünyasından bahsediyoruz. An farkıyla kalende golü yanında kolu görebileceğin, saatler boyu sıkışık pozisyonda oturabileceğin ve bundan dolayı ki dikkati elden bırakmaman gereken bir sinir harbi. Az kaldı, ışıklar sönüyor…
Sağa bak, karakter tahlili yap : Mülayim, vur ensesine al lokmasını. Yanında kız var, gıkı çıkamaz. Ben bu adamı yerim !
Sola bak, karakter tahlili yap : Yayvan oturuş, sikim taşşağıma denk havaları. Hayra alamet değil. Gardını al !
Film başlamadan önce iki kolunuzu da koyarsanız, rakiplerinize gözdağı vermiş olursunuz. Maça 1-0 önde başlamaktır bu, dolayısıyla hayata da 1-0 önde başlamaktır. “2 kolumu da koydum ben 2-0 öndeyim” tarzı boktan yaklaşımlara tanıyacak primimiz maalesef yok. Mülayime karşı 1-0 başlamak zaten maçı kazanmak demek olduğundan dolayı, arada sırada sağ kolu dinlendirebiliriz. Zaten mülayimde de “Adamdaki özgüvene bak be, resmen boş bıraktı sahayı. Ben buna ilişmeyeyim.” düşüncesi uyanmıştır artık. Sağ bizimdir.
Sorun, soldadır. Çetin maç orda yaşanmaktadır. Senin gibi düşünen biriyle savaşmak, en küçük bir dikkat kaybı bile yapmamak zorunda olmak demektir. Bi’ an çeksem acaba hemen koyar mı kolunu gibi soru işaretleri vardır kafada, rakibin hamlesini önceden öngörmek bu savaşta birincil şarttır. Ve nabız yoklamak için kolunuzu çekip, olacaklara bakarsınız. “Vaay, o da kurnaz çıktı, hemen koymuyor kolunu. Lavuk da beni deniyor.” paranoyası baş göstermiştir şimdi de. Bu sizi daha da sinirlendirir, biraz daha beklersiniz. “Eeeh sikerim lan, çocuk oyunu mu bu ? Koyacaksan koy kolunu.” demektedir iç ses. Bu düelloya davet edişler elde patlar, sevineyim mi üzüleyim mi derdindesinizdir. Savaşmadan kazanmak yoktur lugatınızda. Gene de sonuç olarak sol da bizimdir artık.
Yaya yaya oturmak senin en tabii hakkındır artık. Yüreğini koydun bu savaşta, cesur davrandın. Helal olsun, lakin…
“Directed by Roman Polanski”…
– Ananı..Film bitmiş lan.
+ Ulan bi’ paranoya, bi’ sanal savaş uğruna filmi piç ettin be. Hem de Polanski. Tü allah belanı versin senin. Hayır arada da mı çıkmadın ruh hastası.
– Abicim sen bizi anlayamazsın, içimize işlemiş bizim bu rekabet. Biz yemek masalarında da veriyoruz bu savaşı, arabalarda ön koltuğu kapmak için de. Kişi sayısından bir fazla olan köfte yığınlarında, son köfte uğruna canımızı koyarız ortaya. Mücver de olur farketmez, büyük resmi ıskalamamak lazım.
+ Peki abi…
seni “ayın elemanı” seçtim canoğlan 🙂
Mulholland dr’ı ön sıradaki sakız çiğneyen bir apla yüzünden iyi takip edememiştim , aklıma o geldi bak şimdi.Anlamadım tabii filmi haliyle.Sonra bir kez de arkadaşlarla izledik cd den ama yine anlamadım.Ee..ne anladım ben bu işten?Lynch ile alâkalı galiba.David Lynch yazısı yazasım geldi.Karalayım şöyle güzelinden de koyun siz de buraya ;P
siz beni anlamiyosaniz ben ne yapayim yaa.gidin o zaman turist omer seyredin lan.
lan david, hayatın boyunca bir tane turist ömer çekemeyeceksin…
güzel laf söyledin dellez…el cordobeslerin ikincisi’nin gönlümüzde yeri ayrıdır.
bu, yazıda adı geçen herhangi birisinin ağzından yorum yazmaya meraklı arkadaşımız kim çok merak ediyorum…
kim olacak olm, candır kesin…
evet turist omer cekemeyecegim ama sizde beni anlayamiycaksiniz..varmi lost highway i anlayan yigit?ama turist omeri anlamak kolay.`rodrigez nerde gezersen gezz`…komikti lan cok..hele o turist omer uzayda filmi yokmu?koptum valla..neyse..anlamiyonus olm siz beni yaaa!!!
lynch sanki “anlaşılmıyorum.. öyleyse mükemmelim” düsturunu kabullenmiş.öyle de olsa severiz sayarız abimizi…
Bahsi geçen film Chinatown ise yazık olmamış, Rosemarys Baby ise az yazık olmuş, Bitter Moon ise çok yazık olmuş, Pianist ise ayıp edilmiş!
Haldun, Chinatown konusunda ciddi değilsindir umarım…
Senaryosu gayet yoğun bir filmdi(ne demekse bu artık) Kaçırılan her görüntü,detay,cart-curt önemli bence.Yani bahsi geçen Chinatown ise yazık olmuş…
Chinatown, Polanski filmografisinde biraz farklı.Aslında derdim filmin polisiye olmasıyla ilgili.Verilen ipuclarıyla sonuca filmin ortasında ulaşabiliyosun (Cross’la Gittes’in balık yedikleri sahne).Beklenmedik son vurucu ama izlemeyenler çok şey kaçırmış olmayacaktır.
ah şu entel takımı
yav delirecem, adam Chinatown’u eleştiriyor. şş, delikanlı, burnuna vururum diyorum bak. çok seviyorum arkadaşım ben o filmi. (reşo sen de entel falan deme, adam jack nicholson’ın filmine laf atıyor, iki kelime de sen söyle şuna!)
ayıptır yahu….tahmin edilebilir diye polanski eleştirmek hakkaten ayıptır…jack abinin üstün oyunculuğunu ezmek, polanskinin sinematografiye kattığı kadrajları esgeçmek, kimin haddine yahu…
haldun sana road runner verelim otur izle yiğidim…bide tuzlu ayran dökeriz yanısa soğuk soğuk…şifa bulursun…
Ne ayıbı anlamadım.Oyunculara eleştirim olmadı ki hele Jack’e hiç olmadı.Polisiye filmlerde beklentim işlerin son sahneye kadar alengirli devam etmesi bu filmde o yok ve bence ipucları da zekice oturtulmamış.Örneğin Tuzlu suda bulunan gözlük;Adamı bir karış suda boğuyosunuz ama şişe dibi gözlükleri orda unutup gidiyosunuz sonra Jack amca gelip onu buluyo.Polanski’nin kadrajlarını es geçmiyorum sadece filmin eksilerinden dem vuruyorum.
Sabahın 3’unde road runner nerden aklına geldi lan,şakacı..
Polanski üzerine tartışabiliyorsak ne güzel bi’şi bu, sevindirici. Rosemary Baby de bence kalburüstü bir film, o kokoş teyzenin rol çaldığı sahneler güzeldi. Ayrıca her film eleştirilebilir, nedir yani. Haa biri kalkıp “Before Sunrise”ı eleştirsin, sümsüğü yerleştiririm.
lan can sunrisedaki hatun çok tatlı 🙂
Aslında “seyit” karakteri sadece bir kapıcıdan çok , doğu-batı arasında kalmış ,makyevelizmin doruklarında dolaşan bir karakter. Tabi bunda büyük usta Kemal Sunal’ın da katkısı çok büyük. Benim bu filmde takıldığım tek yer ise Üveyik Bey karakterinin seyirciye tam olarak geçmemesi ile alakalı..