Denizin üstünde ala bulut,
Yüzünde gümüş gemi,
İçinde sarı balık,
Dibinde mavi yosun,
Kıyıda bir çıplak adam,
Durmuş düşünür.
Bulut mu olsam,
Gemi mi yoksa?
Balık mı olsam,
Yosun mu yoksa?
Ne o, ne o, ne o.
DENİZ olunmalı, oğlum,
Bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla...
zavallı şeytan, bana ne verebilirsin ki?
yükseklere göz dikmiş insan bilincini,
senin gibiler kavrayabilir mi hiç?
sendeki gıda doyurmaz insanı,
elindeki kızıl altın, civa gibi,
avucun içinden akıp gider,
senin kumar masalarında,
kimse kazanamaz,
daha sarılırken başkalarına bakar,
göndereceğin…
Güzel insandı... Güzel konuşur, güzel yazardı... Her söylediğine katılmazdım da, her söylediğine bakılan adamdı... Mekanı cennet olsun...
Uçurumun kenarındayım hızır,
Bir dilber kal'asının burcunda,
Muhteşem belaya nazır,
Topuklarım boşluğun avucunda,
Derim yar adımı çağırır,
Kaldım parmaklarımın…
Ölümsüz gençliğin şövalyesi,
ellisinde uyup yüreğinde çarpan aklına
bir Temmuz sabahı fethine çıktı
güzelin, doğrunun ve haklının:
Önünde mağrur, aptal devleriyle dünya,
altında mahzun ve kahraman Rosinant'ı.
sayende sayebân olduk istanbul şehri
sayende sebil olduk aç kaldık sefil olduk
yıldızlar dem çekti güvercinler gibi başucumuzda
ve yaktı perişan eyledi sine-i sâd-pâremizi
saplanıp hançer misâli bir hilâl
sokaklar serseri biz serseri
yüksekkaldırım da
bir cezayir şarkısını dile getirdi plâklar
cadde-i kebir: bütün ışıklarını yakmış bir gemidir
sinemalar neredeyse boşalacaklar
İlahi bir aşk ver bana, kandalığım bilmeyeyim
Yavu kılayım ben beni, isteyuben bulmayayım
Al gider benden benliği, doldur içime senliği
Bu dünyada öldür beni, varıp anda ölmeyeyim
Şöyle hayran eyle beni, bilmeyeyim dünden günü
Daim isteyeyim seni, ayruk nakşa kalmayayım
Senin kokun duydu canım, terkini urdu cihanın
Hergiz belirmez mekânın, seni kanda isteyeyim
Bu sofracık, efendiler -ki iltikaama muntazır
Huzurunuzda titriyor -bu milletin hayatıdır;
Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır!
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
1960’lı yılların başında, bir Ankara gazetesinin birinci sayfasında “üç sütun” bir başlık vardı:
“Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ...”
Neden, ne yapmıştı da vatan hainliğine “hâlâ” devam ediyordu?
O günlerde gazetelerde bir haber daha vardı: “Amerika, Türkiye’ye 120 milyon lira hibe etti.”
Nâzım Hikmet’in bu habere, bu hibeye tepkisi şuydu:
“Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz.”
İşte Nâzım Hikmet’in “hâlâ” devam eden vatan hainliği buydu...
Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
ölürsem kurtuluştan önce yani,
alıp götürün,
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni.
Hasan bey'in vurdurduğu
Irgat Osman yatsın bir yanımda
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.