Bu Semtin Çocukları
Bu hikâyede geçen kişiler belki gerçektir, belki hayalidir belki de yazarın işine geldiği gibidir. Nasıl isterseniz öyle olsun bizim için fark etmez.
Her şey cuma akşamı başladı. Saat sekiz buçuğa doğru Deniz Birahanesi’nde toplanmaya başlayan bu semtin çocukları yarı final maçının heyecanına çoktan girmişlerdi. Çerezin dışarıdan alınıp getirildiği bu küçük ama sıcak mekânda başlama vuruşu beklenilmeye koyuldu. Zaten az sonra başlayacak maçtan çok pazar günü oynanacaj maçı düşünüyorlardı. Nasıl olsa İzmir takımlarına karşı bir sempatisi vardı semtin. Tayyip Baba’nın kesemediği cezayı futbol takımı kesiyordu. O yüzden de Altay’ı geçerek finalde Karşıyaka’nın rakibi olacaklardı. Neyse maç başladı ve beklenen sonla noktalandı. Sonrasında mahalle kahvesinde içilen keyif kahveleri ile beraber pazar gününün planları yapılmaya başlandı. Öncelikle pankart yapılmasına referanduma gidilmeden karar verildi. Pankart yapımı için bezi Mustafa halletti, boyalar için Amigo Emre devreye girdi, ne yazılacağını da okumuş çocuk Eyüp halletti. Tabii ki pankartı da sanatkâr kardeşimiz Faruk yaptı. Ta uzak yollardan geldi, bizleri kırmadı, 10 numara da iş çıkardı. En şaşılacak şeylerden birisi de, Okan (igor) pankart için hiç muhalefet yapmadı, hatta geldi çalışmalara katıldı.
Başbakan Erol illa Davos’a gönderme yapalım dedi, Kara Kartal Apo, Yüksel Abi’yi de unutmamak lazım dedi. Fahri Kasımpaşalı Sertan uzaklardan geldi. Kahvehane de pankart için söz bulma çalışmaları saatler sürdü. İngilizce pankart kararı verildi, RTE unutulmadı, Başbakan Erol’un gönlü oldu. En sonunda Faruk geldi, pankart çalışması için ilkokul bahçesine geçildi. Pankart için bez yere serilirken altına, yalandan da olsa, gazete serildi. Ancak temiz iş çıkartma hevesi kısa sürdü. Boyalar, tinerler, sular dört bir yana saçıldı dağıldı. İki pankart yapıldı. Başbakan Erol illa 3 olsun, 4 olsun dedi. İlkokul bahçesinde olduğumuzdan çocuk gibi kavgalar yaşandı, küslükler oldu. Gelen herkese pankartların anlamı anlatıldı. İngilizce pankartlar anlatılırken büyük zorluklar çekildi. Aslında mahalleli dil konusunda yetenekli olsa da İngilizceye karşı bir antipati var. Sevimsiz geliyor, yoksa herkeste en az 5 yabancı dil var. Derken hava karardı. Boyanan pankartlar yerden kaldırıldı ve felaketle o zaman karşılaşıldı. Bez üzerine işlenen tüm boyalar yerde olduğu gibi duruyordu. İlkokul bahçesinde esrar içen çocuk figürü trajikomik bir durum yarattı. Gülsek mi, ağlasak mı bilemedik. Temizlemek istesek de temizleyemeyeceğimizi kısa sürede anladık. Bu arada Başbakan Erol belediyenin tüm araçlarının okulu temizlemek için seferber olacağının müjdesini verdi; bizleri rahatlattı. Korkumuz bu işi kim yaptı diye sorarlarsa cevabı kabak gibi yere işlemiştik; SEMTİN ÇOCUKLARI
Evet, yerde kabak gibi duran “Bu Semtin Çocukları” yazısı ve sonundaki cigara içen taraftar figürü tüm delilleri aleyhimize koymaya yeter de artardı. Gerçi çokta önemli değildi Kasımpaşa Süper Lige çıktıktan sonra…
Maç sabahı otobüsler 11.30’da Bahariye Caddesi’nden kalkacaktı. 10.30’da buluşmak için akşamdan sözleştik. Gelecekleri listelediğimiz zaman 2 otobüse ancak sığıyorduk. Yaşlısından, gencine; psikopatından, sosyetesine; arızasından, siyasetçesine görmek istediğimiz tüm renkler başkente geliyordu. Efsane bir yolculuk olacağı kesindi. Tek korkumuz ateşli silahlar değil, Sertan’ın maça gelmesiydi, çünkü ne zaman maça gelse yeniliyorduk. Bir tek seneler önce Karagümrük’ü deplasmanda yendiğimiz maçta gülmüşüz. Ondan başka galibiyeti yok adamın. Bu Karagümrük maçı da Ulvican’ın otobüs camını kırıp aşağıya atladığı iki elinde döner bıçaklarıyla 7553 Gümrüklü’yü önüne katarak kovaladığı maçtı. Varsın tarihini o söylesin…
Tabii maç sabahı Kasımpaşa semtinin en ağır mahallesi olduğumuz için 10.30 yerine 11.30’da toplandık. 11.30’da olmamız gereken yerde 12.30’da olunca bütün otobüsler yola koyulmuştu. Ama en azından çıkan son 3 otobüse el sallayabildik. Ama hayatımızdan memnunduk, her türlü başkente gidecektik. Kadro o biçim, tek derdimiz güzel bir otobüs kapabilmekti. Bir önceki (2007 yılı) final maçında 9 saatte gidip, 8 saatte dönebilmiştik, bu yüzden başımıza gelecekleri biliyorduk. Aramızda Bolu Dağı’nı senelerdir otobüsü bozulmadan geçememiş arkadaşlar vardı, soğuk kış günlerinde tünelde kalanlar da cabası. Aradan zaman geçtikçe gelmeyen 5 otobüs can sıkmaya başlamıştı. İlk çıkan otobüsler gelen telefonlara göre Hereke’yi geçmişlerdi, biz hala Olimpia Hamamı’nın önünde makara yapıyorduk. 5 otobüslük insan vardı ama gelen giden tek bir otobüs yoktu. Olayın nedenini öğrenmek diye bir gayemiz de yoktu ama saatler uzadıkça oluşmaya başladı. Meğerse bizim barışçıl semtimizin hümanist insanları gelen 6 otobüsün şoförlerini birazcık dövmüşler. Bunun üzerine de adamlar geri dönmüş, patronlarına bizi işten de kovsanız oraya gitmeyiz demişler. Detaylar yavaş yavaş ortaya çıktıkça durum giderek vahim bir hal almaya başladı. “Yarım saat içinde 5 otobüs gelecek” diyen Başbakan Erol bile ümitsizliğe kapıldı. Tüm otobüs firmalarından olumsuz yanıtlar alındıkça insanların keyfi iyice kaçtı. En sonunda otobüs falan gelmeyeceği anlaşılınca tansiyon iyice yükseldi. Sonra bir telefon trafiği ile bir adet 17’lik, bir adet de 21 kişilik iki servis aracı bulundu. Üstüne de bir otobüsün geleceği söylendi. Ama bu araçlara binecek sayının çok üstünde insan beklemedeydi. Nasıl olacak bitecek derken mahallenin yarısı geri döndü. Sanki uzaklardan bir ses maça gitmeyin, oturun oturduğunuz yerde diyordu.
Tüm bu hengâmenin içinde uyanıklık yaparak ufaktan 17 kişilik bir tayfa yapıp gelecek olan minibüse de başka bir yere gelmesini söyleyerek o kalabalıktan kaçtık. Uyanığız ya, araba başka yere gelecek biz de binip bir an önce başkente varacağız. Tabi kazın ayağı öyle değildi. Servis geldi gelmesine de kaptan uyanık çıktı, “Parayı almadan hiçbir yere gitmem” diyerek noktayı koydu. Tüm dil dökmelere rağmen Nuh dedi, peygamber demedi. O sırada gelen bir telefon bir otobüsün daha olduğunu ancak ona Kavacık’tan binebileceğimizi söyledi. Kaptan bizi en azından Kavacık’a kadar götürdü. Saat bu sırada 3 olmuştu. Daha önce yola çıkan otobüsler Bolu’yu bulmuşlardı. Biz daha Kavacık otobüs durağında otobüs bekliyorduk. Nasıl bir otobüsle karşılaşacağımız da meçhuldü. Eğer 302-303-304 ya da türevleri gelirse hiç binmemeye karar verdik. Siksen yetişemezdik. 40 dakikalık bir bekleyişten sonra ömrü hayatımızda hiçbir deplasman yolculuğunda göremediğimiz kadar konforlu bir otobüs yanımıza yaklaştı. Kendimizi çimdikledik, “Allahım bu rüya mı?” diyerekten…
Otobüs ferah, geniş ve de konforluydu. Ayaklarımı uzatıp, kaldırabiliyordum, o derece rahattı. Kliması çalışıyordu, TV’, basınca yanan hostes ışığı filan vardı. Yalnız gelenler hostes değil de, hep bıyıklı bıyıklı ağabeyler olunca şık olmadı; o otobüse yakışmadı. Bu kadarcık kabahat kadı kızında da olur dedik sesimizi fazla çıkarmadık. Acıkan karnımızı daha önce dağıtılmış olan kumanya ile doyurmaya başladık. Yalnız bu kumanyadaki kaşar ekmek daha sonra yiyeceğimiz 15.289’ncu kaşar ekmeğin ilki; içeceğimiz vişne suyu da 23.629’ncu vişne suyunun ikincisiydi. Yediğimiz bu kumanyalarla man kafa olduk desek yeridir. Otobüse bindiğimizin 5. dakikasında arka tarafa bir sis bulutu çöktü. Yanlış anlaşılmasın, biz buna meşale yaktık diyelim. RTÜK var, Emniyet var, gideceğimiz yerde jandarma var, o yüzden bu kısma hiç girmiyorum. Sansür uyguluyorum. Girmediğim için de 15.40’ta Kavacık’ta başlayan yolculuğumuz 20.10’da Asaş stadında bitiyor. Yalnız otobüste yol boyunca dinlenen hiphop ve de stadın GPS cihazı ile bulunması Kasımpaşa semtinin kabuk değiştirdiğinin göstergeleridir. GPS hem yolu gösterdi, hem de 20.10’da stadın orada olacağımızı bildi. Japonlar yapmış diyecek bir şey yok. “Maçın skoru ne olur?” diye de sormayı ihmal etmedik, yalnız onu bilemedi. 3 buçuk saatte Ankara’ya giderek başkent deplasman rekorumuzu kırdık. Ama Metin Abimiz’in (Pepe) 15 otobüsü aşağı indirerek yaptığı cenk konuşmasını kaçırdık. Bize koyan tek şey o oldu.
Şimdilik bu kadar, “arkası yarın” tadında olayları başka zaman yazarım, yoruldum…
abi çok keyifli olmuş belli ki arkadaki sis bulutunun da etkisiyle 🙂
tebrikler bu semtin çocuklarına ve tabi tekrar hoş geldin paşa.
yazının devamını da muhakkak bekliyorum 🙂
bu arada maça bir de karşıyaka cenahından bakıcaz, yakında sitede olur yazı… işte fasulyeden farkı! hahaha
Açıkçası sikerim karşıyaka cenahını. Dolaşmasınlar bu taraflarda. Popülist söylemleri bırak Dea.
karşıyaka tarafında bulunanlar da var bi kaç kişi benim de bildiğim :)ancak o yazının en azından ozan abinin siniri yatışıncaya kadar siteye girilirmemesi önemle rica olunur 🙂
Popülist söylem mi? Allah allah bana saydırmak trend haline geldi 🙂
cinayet kasımpaşa intihar karşıyaka 🙂
Abijim eline sağlık… Devamını beklioruzz:)
üretim olayı her daim güzeldir. reklamcı abi (: