Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Tag: karalama

Tayyar Ahmet

Tayyar Ahmet her ayın ikisinde eve gece saat 2’de gelir. Karaköy’de işini halleder her ayın ikisinde. Düzenli cinsel hayat diye ben buna derim işte. Her ayın ikisinde… Apartmanın kapısını deliği bulmadan açar, tek seferde. Yüzü ayda bir kez güler, her ayın ikisinde… Sekiz basamakta bir sağa dönerek, 4 molada iner evin tahta beyaz kapısına. Evin kapısı bir dışarıya beyazdır gerçi, o da apartman ışığınının düğmesine basarsa gözükür. Ahmet hiç basmaz o düğmeye. Karanlıkta görmeyi 17 sene önce öğrenmiş Ahmet. Çok sonra anlattı bize, -Anamın karnı kadar huzurlu böylesi, derdi. Anamın karnı kadar karanlık, anamın karnı kadar huzurlu… Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji bölümü mezunu olduğunu söylediğinde gülmüştüm,. Diplomasıyla dişlerimi gömdü sonra… Sordum; -Neden kapıcısın abi sen? Mis gibi diploman var, bu diplomayla iş mi bulamadın?

Başvekil Günleri ve Şu Siktiğimin Hayatına Dair…

Belki daha güzel olurdu yazdıklarımız, eğer bize yaşanacak güzel bir dünya bıraksalardı. Belki de seçtiğimiz kelimeler, daha güzel gelirdi kulağa, hatırladığımız güzel anılarımız olsaydı. Olmadı, insan yaşamının en büyük, en kutsal, en ölümcül kişisel hakkı olan güzel şey biriktirme yetisini aldılar bizden. Zorla… Verdik biz de… Gönülsüzce… Belki şimdi oturduğum sandalyede, önümdeki birayı yudumlamak büyük bir keyif, müthiş bir haz olarak kodlanırdı beynimdeki proteinlere… Olmadı. Amına koduğumun proteinleri, nasıl da en acı verecek şekilde diziyorlar kendilerini… Şerefsizlik bu yaptıkları… İnsanın temel gayesinin iyi bir insan olduğunu sanırdım eskiden. En doğal, en içten, en kendiliğinden hasıl olan motivasyon budur, ya da en kötü ihtimalle bu olmalıdır sanırdım. Değilmiş. Neymiş peki? Neymiş bu beni seksist küfürler etmek zorunda bırakan amına koduğumun yaşamının temel düsturu?

Beşiktaş G​öztepe arası 19 dakika 25 saniyeye iniyor…

"Olm adamlar size Bizans diyor, sen niye dileniyosun ki bu adamlara, hem sarı-kırmızı" Başka türlü bir şey. Onlara da Gavur diyor/diyorlar. Belki bu "birilerinin bir şey demesinde" birleşiyoruz, belki kabul olmayacak duaların aminlerinde birleşiyoruz. Yazılışlarımız aynı, okunuşlarımız da aynı. Dillere pelesenk olmuş kaderlerimiz. Pezevenk olmuş kimileri, hayallerimizi satmışlar para karşılığı. Her şehirde ortak olan yerler vardır. Atatürk Mahallesi, Cumhuriyet Caddesi, İnönü Bulvarı, Manolya sokak, Kardeşler Gıda... Ama ondan öte aynı isimdeki semtler vardır. Bahçelievler mesela. 15 tane ilde Bahçelievler var. Ve ne komiktir ki, hiç birinde bahçeli ev yok. Çocukluğu tren istasyonlarının yakınlarında geçmiş biri olarak istasyon isimlerini ezbere biliriz. O yıllardan bilinç altlarımıza girmiş belki. 3 durak sonra Göztepe, baya bir durak sonra Güzelyalı.

Hafif Sararmış Beyaz Yaka

“Günaydın” dedi kendi kendine. Yalnızlığıyla şov yapmayı seviyordu. Uykusuzluğun sabahlarında, özellikle 05:00 sularında günün ilk ışıklarını gözünde büyütüyor; belki de milyonların paylaştığı basit bi’ alışkanlığı, uyumamayı melankolik olduğunu düşündüğü ruhuna armağan ediyordu. Ruha da inanmıyordu halbuki ama metafizikle arası pek iyi olmadığından bazen kolaya kaçmak en iyisiydi; tembellik de bi’ ruh hastalığı ve o da ruh hastası olduğunun farkında olan çok sağlıklı bi’ ruh hastasıydı. Ağzındaki at tadını bastırmak için ufak bi’ parça çikolata kemirdi, at tadını özledi; sigarasını yaktı. Camı açtı, dumanı dışarı üfledi, mis gibi rutubetli beton kokusunu içine çekti. Daha iyi hissediyordu. 07:30’da işte olması gerekiyordu, bunun için evden 06:20’de çıkmalı ve buna rağmen poğaçasını metroya yürürken yemeliydi. İşte buna ayar oluyordu. Takım elbisesi kırışmasın diye omzuna asamayıp elinde taşıdığı çanta ve diğer elindeki poğaça iki elini de işgal ettiğinden; öğlene doğru midesini yakacak vişne suyunu yine içemeyecekti. Kimse de çıkıp “Bu mu lan derdin? Gavat!” demiyordu, kimseyle o derece samimi olmamasının avantajıydı bu. Tüm bunları düşünürken on dakika daha kaybetti. Önceki gece üşenip ütülemediği gömleğini ütüledi, yakın renkte kravat seçimini yaptı. Haftayı üçe bölüp giydiği üç takımından birini seçti. Pazar günleri tatil olduğundan her takıma iki mesai günü düşüyordu, bu da tatmin edici bi’ ortalamaydı. Beş saniyeliğine de olsa dişlerini fırçalayıp fırçalamamak arasında gidip geldi, ağzında hala at tadı vardı, fırçaladı. Biraz aynaya baktı. Gerçekten çok çirkindi, kendini kandıramayacak kadar. İnsan çirkin olduğunun farkındaysa ve biraz zekiyse başka yollar arar kendine karşı cinsle ilişkilerinde, hatta tüm sosyal ilişkilerinde. Çirkinliği kabullenip kabuğuna çekilmezse gittikçe çeneye vurur, sosyalleşir, “yakışıklı değil ama sempatik” bile olabilir. Mesela kısa boylular; tabii ki kısa boylular çirkin değil ama uzun boylulara oranla daha sempatik, yatakta daha iyi vs. olmalarıyla prim yapmak yerine uzun boylulardan daha kısa olmalarını dert ettiklerinden çoğu hırs küpüne döndü yıllarca. Neredeyse bütün diktatörler kısa boylu oldu, müdürler kısa boylu oldu, en iyi okulları kısalar kazandı, şovmenler, şarkıcılar... Dünyayı eşit ağırlıkçılar değil, kısa boylular yönetiyor.

edit: imla

Hah işte tam bizim vizyonsuzluğumuzu gösteren bir durum bu şimdi. Vizyonsuzluk kelimesi tam oturmadı, çok ciks durdu. Artık mahalle arasındaki lahmacuncuların bile duvarında yazan "since 1976, vizyonumuz: lezzet durağı olmak, misyonumuz: kesenize ve midenize hitap etmek". Kısmetsizliğimiz mi diyelim, üşengeçliğimiz mi diyelim, ileri görüşsüzlüğümüz mü, gece görüşsüzlüğümüz mümü, Tepecikli mi? Kuruçaylı mı? Kasımpaşalı mı? (Ulan o zamanlar Kasımpaşa maçlarına gitmek dilencilikti, şimdi politik bir tavır olacak neredeyse) Bloglar aldı yürüdü, tumblrlar falan çıktı, twitter keza... Akıllı telefonlar, zaytunglar... Bit pazarına nur yağdı, 90'lara rağbet... Çok iyi hatırlarım site için "Müfide İnselel-Fasulyeden" videosunu aramıştım. Aradın buldun, indirmesi bir dert, siteye koyma kısmını zaten hiç bilmedim, bilmiyorum, bilmekte istemiyorum galiba.

Őrűmcek

Kötü kader kuru tatak gibidir, yapıştı mı gitmez derler. Belki öyledir belki değildir bilemem, ama bazı mekanlar görüyorum ki ne açılsa iş yapmıyor sanki altında cünüp gitmiş yatır varmışcasına. Bence buraların bir listesi çıkarılıp girişimcilere dağıtılmalı. Michelin yıldızlı lokanta oluyor da Gulyabani lanetli dükkan neden olmuyor, bu kadar batıcılığa da pes. Peki hepimizin bir gün solucanlarla aynı evde kalacağı gerçeğinden yola çıkarsak bir insanın iyi kaderi nasıl çizilebilir? Varsayalım çok yaşamak. Periyotlar halinde gazetelerde gördüğümüz DEYİ (Dünyanın En Yaşlı İnsanı) haberlerini örnek olarak alırsak, -1 yaşlı gidince otomatikten DEYİ statüsüne ulaşan adamı bulup ölümünü beklemek hangi vicdana sığar? Senin iyi kaderinin başkasının mezar bakıcılığına denk düştüğü dünyaya çocuk getirmek istemeyen anne adaylarına sırf bu yüzden gardolap kadar saygım var. Neden, çünkü çocukluğumuzda gördüğümüz en dev nesne o olduğundan annesevgisiölçer betimleme ölçü birimi olarak onu kullanıyorduk. Hatırlayamadığımız çocukluk dönemlerinde bize gelecekteki hayatımızın nasıl şekilleneceğine dair hayallerimizi çizmemiz istenseymiş, doğru çıkınca işte bu çocuk kendi kaderini elleriyle çizdi denseymiş. Doğru çıktığını sadece DEYİ olursa öğrenebileceğinden mütevellit, kime caka satabilir hangi cortingen teyzeden puan toplayabilir gerçi orası biraz gri alan. Şimdi buna iyi kader mi kötü kader mi diyeceğiz? Bence kasmayalım ve baştan yazılmış doğalım abi, puhaha burası ortamda beşinci birasını bitirip dünyeviden uhreviye göbekleme dalan çocuk modeli oldu biraz o yüzden pas geçiyorum ama yazılmış cümlenin davası olmaz mantığıyla da silmiyorum. Bana kaderimiiin bir oyunu mu buuu? 

Zingarella

Öyle bir yemek düşünün ki sevgili okuyucu, buram buram ensest koksun. Şimdi açılış olarak çirkin bir cümle kabul ediyorum ama siz de kabul edin ki vurucu bir tınısı doyurucu bir gıdısı var. CMYLMZ’nin daha ilk yıllarında Hülya Avşar Şov’a Kenan Doğulu’yla beraber katıldığı ve tüp kullanarak sahanda yumurta yapıp yemeğe gıdık ismini verdiği bir program vardı, salyalar akarak gülmüşlerdi kendi esprilerine. Evet ne diyordum, tavuklu yumurta! İçinden çıkan şeyle beraber çırpılmak, yavrunla beraber aynı tavada pişirilirken göz göze gelmek bunlar çok ağır travmatik olaylar. Benim diyen aşçıyı şakayık gibi ağlatır şerefsizim. Gerçi etrafta benim lan o benim oğlum sikerim lan benim diye dolaşan bir aşçı ben epeydir görmedim, çok oldu yani biraz flu anılarım. Evet ne diyordum, analı kızlı! Vicdan dramı, ahlakdışı bir paradigma, kimsenin tatmak istemeyeceği bir hüzün yemeği. Ya piskopat mısın be sevgili atam, atabarım; patatesli havuç desen ölür müydün amına koyim. Hayır bu yemeği olduğu gibi kabul eden o topluma da laflarım var, terbiyesiz pis ataerkiller.

Deli Dumrul

Bilgisayara her oturduğumda muhakkak ucubik bazı dosyaların bana yeni sürümleri servis ediliyor. eskisini çılgın gibi sürüyormuşcasına sanki. Gerçi antivirüs programlarında işe yarayabilir ama yani serdeki üşengeçlik sanal platformlara da yansıyor ve basıyorsun o meşum daha sonra hatırlat tuşuna. İnsanoğlu normal hayatında da bir şeyleri muhakkak erteliyor, aman sonra yaparımcılık damarlarımızdan akıyor. Bizi dürten kesim olmasa kirli sepetinde boğulmamız, yıkanmamış teflondan zehirlenmemiz pek olasılıksız gözükmüyor. O kitabı da okuyamadım daha, inşallah bir gün. Umarım lafını tercih edenler de var, onlar muhakkak iyi yaşacılar. En azından baba tarafından akrabalar.