Abdülkerim Durmaz'ı NtvSpor'da izledim. Hikeyeleri ve uslübu yıktı geçirdi beni.
Aşağıdaki de Radikal'de yıllar önce yayınlanmış ropörtajı.
"İngiltere maçını sormak istiyorum bir de. Wembley'e ilk ayak basan Türk oyuncu olabilmek için otobüsten arkadaşlarınızla sahaya kadar yarıştığınız anlatılıyor...
O bir espriydi. Güzeldi, aradan 20 yıl geçti, hâlâ anlatılıyor. Ben böyle çocukluğumdan beri espri yapmayı, futbolcu terimiyle söylersek 'b.k atmayı' severim. Orada yaptığım da bir espriydi. Milli Takım, tarihinde ilk kez Wembley'de maç oynayacaktı. Düşün, kısmet bize nasip olmuş. Maçtan bir gün önceki ter idmanına giden otobüsten atlayıp sahaya doğru koştum. 'Aya ilk ayak basan adam tarihe geçti, Wembley'e ilk ayak basan Türk olarak da ben tarihe geçtim' dedim. O zamanlar Milli Takım hocası Coşkun Özarı'ydı. Onun çok hoşuna gitti. Bunu da, daha sonraki İngiltere maçları öncesi Coşkun ağabey anlatmıştı.
Bursa’da oynanacak olan Türkiye-Ermenistan maçına Azerbaycan Bayrağı getirilmesini yasaklayan bir vali; bu yasak üzerine valiyi mahkemeye veren birkaç Bursalı; mahkemeye verilince geri vites yapan bir vali var Türkiye’de. İşgüzar, ikiyüzlü,…
...demek ki zamanında iyi koymuş!
Bogdan Tanjevic… Geçtiğimiz haftalarda bir gazetede çıkan sözleri ile gündeme oturmuş. Ne demişti Tanjevic? Özeti şu:“Milli Takım’daki diğer oyuncular hayvan mı ki parkede ciğerleri patlayana kadar mücadele edip, canla başla savaşıyorlar? Milli forma kutsaldır. Bize de milli forma için canını verecek, o formanın onuru için savaşacak oyuncular lazım”. Yine geldik “Vatan Millet Sakarya” edebiyatına… Ben de milli formayı giyen oyuncularımızın bu şekilde mücadele etmesinden yanayım ya da en azından böyle oyuncuları sahada görmekte mutluluk duyarım. Bu yönden Mehmet Okur’a da sıcak baktığımı söylemem. Özellikle de son 2005 ve 2007 Avrupa Şampiyonalarını göz önüne alırsak…
Abdullah Gül yazılarından da sıkılmıyor değilim aslında. Ama o makama yakışmayan adamın, o makama yakışmayan icraatlerini görmezden gelmek de mümkün değil. Arap kralları, İran cumhurbaşkanlarından sonra sıra Ermenistan’a gelmiş olmalı ki, ortada fol yok, yumurta yokken reis-i cumhurun Ermenistan’a gideceği açıklandı. Neymiş Erivan’da milli maç varmış da, Ermenistan’dan da resmi davet gelmiş de, ee icabet etmek lazımmış da, yoksa ayıp mı olurmuş, ne olurmuş da, anlamadım arkadaş…
Ermenistan-Türkiye ilişkilerini bir kenara koyuyorum, Azerbeycan-Ermenistan ilişkilerini de bir kaç saniyeliğine unutmaya çalışıyorum. Sade ve sadece Abdullah Gül’ün 15 sene once yaptığı açıklamaya odaklanıyorum.
Haftasonu mecburiyete dayalı bir evden dışarı çıkamama durumum olduğundan dolayı, ister istemez televizyon izlemek zorunda kaldım. Yoksa normalde, asla televizyon izlemeyen bir insanımdır. Açarım şarabımı, fonda illaki Barok dönemden bir senfoni, mumlarımı yakarım ve asırlık ahşap masamda kitap okurum. İşim olmaz televizyon gibi banal, avam hadiseleriyle normalde. Elitiz ya biz...
Neyse sevgili ve değerli okuyucularım, dediğim gibi çok da uzun sayılmayacak bir televizyon terapisinden iki yazı çıkacak kadar malzeme toplamış bulunuyorum. Birincisini şu anda okuyorsunuz, ikincisini yarınki köşemde bulacaksınız. Bayinizden ısrarla isteyiniz.
Zor günler yaşıyoruz ülke olarak. Umut edip tutunacak çok fazla bir seçenek bulamıyoruz son aylarda. Nereye baksan kriz, kaos, tartışma, çekişme. Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal. Bütün olan biteni izliyoruz ama tepkisiz, hissiz ve de duyarsız. Bir gün bir adam çıkıyor diyor ki “tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkem” Umutlanıyoruz, hülyalara dalıyoruz. Güzel günlerin geleceğine inanmak istiyoruz. Biraz da olsa kopuyoruz yozlaşmış hayattan. Sonra yine gerçekler tüm çıplaklığıyla karşımıza çıkıyor, eğilmek zorunda hissediyoruz kendimizi, uyanıyoruz. Çünkü biliyoruz ki “Kral çıplak.”
Haluk Ulusoy'un gider ayak popülizm kaygısı ile ortaya koyduğu "Her ilçeden bir yürek" hadisesi patlamış. Euro 2008'de A Milli Takım'ın grup maçlarına gönderilecek olan talihliler için otellerde zamanında yer ayrılmamış…
Mehmet Demirkol’un milli formamız üzerine eleştirisi ve önerisi ile başlamıştı tartışma. Nike firmasının 763 ülke milli takımı için özgünlükten uzak, tasarımı aynı, sadece renkleri farklı formalar hazırlamasından rahatsız olmuş, sadece Türk milli takımını yansıtacak, sahaya birkaç saniyeliğine bakanların “Bak, şunlar Türkler” diyebileceği bir formamız olması gerektiğini söylemişti. Bunu sağlamak için de ismini bizim verdiğimiz Turkuaz rengini önermişti. Çünkü yurtdışında Turkuaz denince akla Türkiye geliyordu, çünkü futbol sahalarında Turkuaz forma sık görülmüyordu, çünkü farklıydı ve bizimdi.