hayat

Düz yazı, dümdüz yazı…

Ekrana bakarken bile hala kafamda yazı için bir konu yoktu. Topun sahibi arkadaşın, ki biz kendisine kısaca top diyoruz, geçenlerde dediği gibi, gerçekten ne oluyordu bize? Sürekli bir şeyleri erteliyorduk. Sürekli bir işimiz vardı. Sürekli daha önemli bir işimiz vardı. Sanırım fasulyeden.com’u bir şekilde öncelikler listesinde arka sıralara almıştık. Üstelik bilinçsizce yapmıştık bunu. Ya da belki bilinçsizce yaptığımıza kendimizi ikna etmiştik.

Top benim değil!

Top benim değil, hiçbir zaman da benim olmadı. Emrah’ın da bisikleti olmamıştı mesela hiç. Ama benim bisikletim oldu, açık konuşmak gerekirse topum da oldu. Hatta futbol denen şeyi oynamayı bir gram bile beceremezken mahallede oynadığımız maçlarda yeralma sebebimdi o top. Sırf topu olduğu için oynatılan çocuktum ben, fasülyeden.. Maç başlayana kadar benimdi o top. Takımlar seçilirken de benimdi. Güzel bir duyguydu. Top benimdi.

23 Şubat 1984

Ne garip, ben doğduğum günlerde Amerika Birleşik Devletleri komünizm tehlikesine karşın radikal İslamı örgütlüyordu yurdum toprakları ve çevresinde.. Bugün, yaşadığım onca yılın ardından geldiğim, getirildiğim noktada radikal islama karşı ılımlı İslam Cumhuriyeti Türkiye projesi ile karşı karşıyayım.. Dünya konjüktörü ne çok değişmiş meğerse benim aldığım milyonlarca nefesle birlikte..

Yalnızsın artık

“Yalnızsın artık, kalabalıklara bir yabancı daha eklendi” dedi. ”Nasıl, kim terk etti beni? Kim karıştı kalabalıklar arasına…” dedim merakla. “Görmek istemeyen bakmazmış. Bakmadığın için görmüyorsun haliyle” dedi ve ruh penceremden çıkıp, beni dertlere düçar eyledi. Buradayım yine, odamda, yatağımda. Yitip giden her düşün ardından kendimle baş başa kaldığım tek yerde. Kalabalıklar yok burada. Yalnızım. Belki de o haklı. Ben kalabalıklara karışamıyorum. Hep uzağım onlardan, karıştığım…

Kar ve şarap şisesi

Birbiri ardına yetkili felaket tellallarının çığırtkanlıkları ile haberdar olduk Kar’ın geleceğinden.. Valisi çıktı, belediye başkanı çıktı, Meteoroloji yetkilisi çıktı, bir yığın laf etti.. Sonrası dost sohbetlerinde “lan sibirya soğuğu geliyormuş lan.. -20 olcakmış olum.. Gölgede -30 off off” şeklinde çalındı kulaklara.. Kar Pazartesi gecesi yavaştan yavaştan girdi hayatımıza.. Kadıköy şu durumda, Beşiktaş kara boğuldu, Mecidiyeköy’ de tık yok filan derken Salı akşamı herkes bir garip…

Kahve’nin tadı

İstanbuldan kaçmak, uzaklaşmak arzusuyla başlayan bir yolculugun hikayesi ve bir manyağın izlenimleri -1- (biz bir diyelim belki devamını çeken olur) Siz de mi bunaldınız İstanbul’un keşmekeşinden, ustunuzdeki “ne oldum, ne olacaksın” stresinden, buyuyunce ne olacaksın sorularından ve bu soruların kafanızın içindeki o boşlukta yankı yapmasından? İlacı var… En azından öyle söyluyorlar.

Kavgam (İnadına)

– Ne yapıyorsun? – Yaşıyorum, sanırım… – Bıkmadın mı? – Bıksam herhangi bir şey değişecek mi? – Aynı şeyleri farklı cümlelerle anlatmaktan bıkmadın mı sen? – Sen soru sormaktan bıkmadıkça ben de bıkmam sanırım… – Ama soru sormak insanı geliştirir, düşünmeye yöneltir. Felsefe böyle doğmuştur ve insanın özüne böyle inilir. – Aferin sana!… – Dar görüşlü müsün? – Ben indim anam derinlere, sıcak, karanlık ve…

İzan ve değirmen taşı

Fakülteye ilk girdiğimiz günlerde, okumak değilde anlayış kabiliyetine sahip olmanın, fazilet, eşşekte semer farkının değilde semerde eşşek farkının önemli olduğu konusunda rahmetli Ordinaryüs Profesör Sulhi Dönmezer Hoca takmıştı bu küpeyi kulaklarımıza. “İzan nedir bilir misiniz çocuklar ?”diye sorarak başlamıştı hikayeye.