hayat

80’lerde çocuk olmak

İlkokul çağında eve geldiğinde mecburen köle isaura izlemektir; yaşadığın çevrede herkesi tanımak ve sevmektir; mahallede top oynarken el arabasından dondurma yemektir; evde sadece sobanın olduğu odanın sıcak olmasıdır; artık olmayan boş arsalarda top oynamaktır; ilk futbol maçına gittiğinde stadlarda ışıklandırma sistemi olmamasıdır; commodore 64 ile river raid oynamaktır; istanbul sokaklarında güvenle gezip dolaşabilmektir; televizyonda tek kanal olmasıdır; tonton ailesi, susam sokağı, taş devri, cosby ailesi,…

Yapılacaklar listesi

Çok duyduğumuz bir laf var hani, “Bu memlekete demokrasi fazla gelir arkadaş! ” şeklinde. Bazen öyle anlar geliyor ki, şu lafın doğru olduğuna inanasım geliyor. Bazı şeyleri zorla yasaklamak gerekiyor bu memlekette, itirazlara aldırmadan, örneğin ben kendime şöyle bir liste yaptım. Ben bu ülkeye padişah falan olsam, ilk işim aşağıdakileri gerçekleştirmek olurdu:

Der-i Aliyye Günlüğü vol.1

Epey yorucu ve kısmi hayal kırıklıkları ile bezeli bir günün ardından insanı yorması kaçınılmaz olan en önemli şeyin Mecidiyeköy’den Yenibosna’ya İETT otobüsü ile gitmek olduğunu anladım sayın okuyucu. Yüzlerce kişilik yolcu kuyruğunun en arkasında kendime bir yer bulmuş, sıradaki otobüsün klimalı yeni otobüslerden olması için dua ederken, yapabileceğim tek şey “Allahım neydi günahım, Neden geldim İstanbul’a, Ben köyümü özledim” tadında şarkılar, türküler ile İstanbul’un kalabalık…

Boş kağıt verme sanatı

Üniversite sıralarından geçmiş veya geçmekte olan önemli bir çoğunluğun en az bir kere tattığını tahmin ettiğim “Boş kâğıt verme” sanatını icra etmenin inceliklerinden bahsetmeden önce, bu eylemin sanıldığı kadar kolay, basit ve şımarıkça olmadığını vurgulamak isterim. Hemen babam gibi “yok öyle bir şey işin ne lan otur çalış” diyenlerin kalbini kırarım. Tamam, belki bu işi adet hale getirdiğimden biraz içimi rahatlatmak ve kendimi kandırmak için…

Bir berber, bir berbere

Günlerdir saçlarımı kestirmeyi düşünmeme rağmen, hatta ne günü lan haftalar oldu, çok meşgul, çok bi’ bokmuş gibi bir türlü fırsat bulup da kestiremiyorum. İnsanın kendisine ait bir uzvu kısaltmak için başka birisine ihtiyaç duyması, üstüne para vermesi ne kadar acı bir şey yarabbi. Bir de insan yaratılmışların en mükemmeli mavrası var tabi. Yahu bir saçını bile kesemiyor kendi başına. İlla gidicek berbere, sıranın gelmesini bekleyecek,…

Umutluyuz Hocam

Kate’nin cümlesini tamamladım. Fabrika önerilerimizi teker teker geri çevirmişti. Bunu anlattı Lars’a. Sonra “bu yüzden” dedi, ve bekledi son heceyi uzatarak. Ben de “umutsuzuz” dedim. Lars gülmeye başladı. Eliyle omzuma 3 kere dokundu gülüşü şiddetlenirken. Çok Türk gibi geldi birden gözüme. Özellikle kulaklarının arkasındaki kıllar bir İsveçli’den beklemeyeceğim kadar çoktu. ‘Kıllı Orta Doğulular’ da kafamızda yer edinmiş bir yanılsamaydı. İsveçliler de kıllıydı. Batı kompleksini yenen…

Hayat ne kadar şey…

– Hayat ne kadar da şey.. hım.. sikik.. Evet sikik.. sanırım.. Sence de öyle değil mi? – Hayata haddinden fazla anlam yüklemeye çalışıyorsun, sadece yaşa işte.. O kadar kolay mı? Hayır o kadar kolay. O kadar kolay olmamalı zira Hayat milyonlarca, ne milyonu yahu, milyarlarca insanın içinde kendisi için birşeyler aradığı, belki birşeyler bulduğu, ama hep kaybolduğu, hep kaybolduğu, ulan hep kaybolduğu bir oda. İlkokulda…

Bir bahar akşamı

Perşembe günü, Kadıköy’de, saat 6:30 gibi işten çıkıp Deniz Otobüsleri iskelesine inerken günün çok farklı olduğunu farkettim. Saatlere yaz ayarı çekildiğinden beri ilk defa işe gittiğimden, ilk defa 6:30’da havanın ne kadar da aydınlık olduğunu farkettiğimden olsa gerek, güzel havayla, Kadıköy ritüeli olarak sokakların denize çıkmasıyla birlikte “O kadar da kötü değil yaşamak” anatemalı düşüncelerin arasında gelip, gidiyordum. Bir kitapçının önünden geçerken, kitap pazarlama aracı…