80’lerde çocuk olmak
İlkokul çağında eve geldiğinde mecburen köle isaura izlemektir; yaşadığın çevrede herkesi tanımak ve sevmektir; mahallede top oynarken el arabasından dondurma yemektir; evde sadece sobanın olduğu odanın sıcak olmasıdır; artık olmayan boş arsalarda top oynamaktır; ilk futbol maçına gittiğinde stadlarda ışıklandırma sistemi olmamasıdır; commodore 64 ile river raid oynamaktır; istanbul sokaklarında güvenle gezip dolaşabilmektir; televizyonda tek kanal olmasıdır; tonton ailesi, susam sokağı, taş devri, cosby ailesi, alf, kara şimşek, görevimiz tehlike, a takımı, bonanza, fame izlemektir; clementine izleyerek korkmaktır; adile naşit’le yaşamaktır…
Açık hava sinemasının tadını almışlıktır; marangozda tahta kılıç yaptırmaktır; cam şişede litrelik kola,meyveli çamlıca, ankara gazozu, sokaktan yoğurt, bakkaldan açık bisküvi almaktır; tüf tüf boru, çatapat, kız kaçıran, misket, uçurtma, futbolcu kartlarının oyun araçları olmasıdır; sokağa çıkıp orada olduğundan emin olduğun arkadaşlarında köşe kapmaca, kukalı saklambaç, dokuz taş, beş taş, yılan, dansa davet oynamaktır; akşam ezanından sonra sokakta öcülerin gezdiğine inanmak ama onlardan korkmamaktır; bayramları “nerde o eski bayramlar”a konu olan bayramlar gibi yaşamaktır; cep telefonu, internet gibi iletişimsizliklere sahip olmayıp bundan hiç şikayetçi olmamaktır; eşine dostuna mektup yazmaktır; versatil kalemlerin varlığından haberdar olmayıp kurşun kalem ve ayrılmaz parçası kalemtraş kullanmaktır; kokulu silgileri teknolojide son nokta sanmaktır; 2000 yılında uzaya gideceğini düşünmektir; siyasetten anlamayıp turgut özal’ı tontonluğundan ötürü sevmektir; tommiks, teksas, tom braks, mandrake, spider man, mister no ve zagor’un alabildiğine samimi siyah beyaz çizgileri arasında kaybolmaktır; barış manço’nun oğlu olmak istemektir; düzenli olarak tiyatroya gitmektir; bozayı vefa’da, dondurmayı moda’da, çayı emirgan’da, böreği sarıyer’de, köfteyi sultanahmet’te, pastayı baylan’da, profiterol’ü beyoğlu inci’de yemektir; insanlara güvenmek, iletişim kurabilmektir; tv kamerasından korkmak ve görünce dilinin tutulmasıdır; abilerin, ablalarınla tina turner, rod stewart, ray charles, joe cocker, michael jackson, madonna, george michael dinlemek ve hiç bir şey anlamamaktır; samantha fox’a aşık olmaktır…
Teknolojinin ve giderek çirkinleşen iletişim dünyasının bozamadığı son kuşaktır Türkiye’de… Şimdilerin çocuklarının yaşam koşullarıyla kıyaslayınca gözlerimi dolduran hatta bunu sarhoşken yaptığımda sadece doldurmakla kalmayıp ağlatan güzel çocukluk dönemim…
Ben de 90’larda çocuk olmak yazısı hazırlıyorum, amma yaşlanmışsın be çiko 🙂
de get lan velet…akranlarınla oyna orda bi yerde…:)
yazıdaki dağınıklık dea kişisinin yazıyı itüsözlükten çalmış olması ve benim düzenlemeye üşenmemden kaynaklıdır haberin ola ey insanoğlu…
garip ziyaretçiler tarafından size erik verilerek babanızın ne zaman eve geleceğinin size sorulmasıdır,annenizin babanızı her akşam endişeyle beklemesidir, sinir sistemi iflas eden annenin tam 12 eylül gecesi istanbulda hastaneye yatırılması, biraz da ‘solcu’ olduğu için ailesi tarafından dışlanan baba ailesinin sizi gece vakti bir kamyonla anne ailesine göndermesidir. O kamyonda Erkin Koray’ın, Neşe Karaböcek’in çalmasıdır. hayatınızın tam bu saatlerini her hatırladığınızda tam iki ciğerinizin arasına bir yumru oturmasıdır. babanızın arkadaşlarının ayaklarının neden büyüdüğünü sorduğunuzda sen yanlış duymuşsun denilerek aptal yerine konmaktır. her gece evren’i dinlemek demektir. elektrik kesintisi demektir.özal demektir, kdv demektir.ayakkabılar artık 2 değil 3 yılda bir alınacak demektir. evdeki klasikleri çocuklukta okumak ve şu anda hiçbirini hatırlamamaktır.Ve bir daha hiç klasik okuyamamak demektir. babam ve oğlum filmini ağlamadan ama gözleriniz sürekli dolu seyretmeniz, ancak iki gün sonra hıçkıra hıçkıra ağlayabilmenize neden olmuş dönemdir kısacası. en iyi sıfatla can yakıcı yıllardır. her ne görsem bu dönemle ilgili iyi olarak, normal olmayan bir şekilde benim şaşırmam, sizin de ağzınızın içi bir dakikada 100 sigara içmiş gibi olmuyo mu dediğim dönemdir. Bu dönemle ilgili hatırladığım tek iyi şey uykudan öncedir.
aslinda daha once ek$i sozluk’te karalamistim ama tam 80ler degil, 90lara sicrayan aniklar…
***
sabah ayazlarinda okuldan kacip dereagzi’nda antreman seyretmek, ilk imzalari yine burada almis olmak, abdulkerim, erdi, ridvan, pesic, lukovcan, mujdat, deli nezihi, arap ismail, ruzgar sedat gibi isimleri hafizalara kazimak, once kadikoylu olabilmek, yenmek icin degil de bilhassa yaninda olabilmek adina tribune cikma hadisesini ogrenmek, trenle maca gitmek, hayta abilerin pesinden kosturmak ve asil onemli bilgisi maraton tribununu ogrenmek, maraton’dan tirmanmayi ogrenmek, hatta tam yukarida bekleyen polislere sigara uzatarak asagi indirmemesini saglamak islevlerini ogrenmek, maratonun yuvarlak buyuk direklerine sarilmak, gen-pa tribunu ile baslayan gunlere lanet etmek, mac baslamasina saatler kala iceri girmek, disaridan gelecek arkadaslara kofte siparisi verebilmek, aksamlari donuste tren sefasi surebilmek… cocuklugunun hatiri sayilir bolumunu top pesinde geciren bunyelerin karin agrilarinin hepsini birden yasayabilmek demek… radyo zevklerinin son demleri, sifresiz kanallardan sifreli kanallara yol almalar… son mahalle maclari kadrosunda yer almak ve dusundukce hungur hungur aglatan cocukluk sanrilarini birakan donem…
Federasyon Başkanısın
Cine5 in uşağısın
Fenerbahçe düşmanısın
Allah Belanı Versin Erzik
Allah Belanı Versin
255 55 55 o.ç ibne cine 5 oo oo
hep bunlar aklıma gelir
bu gece zaga izlenmeli, 80’lerde çocuk olmanın keyfi bir kez daha görülmeli, özlenmeli…
Ya siz 80’lerde hiç meyve ağaclarına dalmadınız mı? Ben 80’lerin sonunda 90’ların başında cok daldım. Bahçe sahipleri kovalardı. Ne günlerdi! 80’lerde, 90’larda sokakta vakit gecirdikten sonra 2000’lerde sanal olduk, hatta yalan olduk. İstemeyerek de olsa, noktayı bir gazlı içecek reklamından alıntı yaparak koymak durumundayım. “Sokağa çıksana! Hayat sokakta!”
Cadde maçlarında taşlar arasındaki kaleyi savunan kalecilerin en buyuk sorumluluklarından biri de ters yonden gelen araçları ”Araabaaa” nidasıyla haber vermek ve oyuncuları uyarmaktı. Ve en buyuk kabuslarıydı arkaya giden topları surekli onların getirmeleri. Zaten kucuk oldukları için kaledeydiler ya da topları olduğu için ama biraz uyanık olanlar daha baştan raconu keserdi ”Gol olmazsa topu atan getirir diye”. Gole saygı sonsuzdu. Ve sık sık araç altına kaçardı toplar. Önce eller kullanılır kafi gelmeyince de tüm beden ayaklar önde olmak üzere arabanın altına girerdi. Bazı annenler bakardı balkondan ve kendi çocuklarıysa aracın altına hamle yapan şiddetli bir haykırış duyulurdu.Asıl hesap akşam evde sorulacaktır ama ilk zılgıtı yerdiniz o an. Haklıydılar çünkü çamaşır makinelerimiz tam otomatik değildi, kirlileri ya elde yıkardı o ellerinden öpülesi hatunlar ya da merdanelilerde. O merdaneliler de ne menem şeydi yahu. Bi sağa bi sola, köpüklü suyu makinanın da sesiyle sanki boğazı izler gibi izlerdik. Hele sonlara doğru çamaşırların merdane arasından geçen süper teknolojik sıkma metodu yok muydu? O kadar ısrara rağmen bi kere yaptırmazdı annem, neymiş efendim elimi kaptırırmışım. İşte ben de asıl onu merak ediyordum küçücük beynimle, acep elim öbür taraftan kağıt olarak mı çıkacak diye. Maçtan girdik, merdaneliden çıktık daha da uzardı bu yazı büyüdük adam olduk ya işler bekliyor, kısa bir ara verdik dönelim rutin hayata. Keşke o 5de devre 10da biter maçı annelerin ”Ahhmeeetttt, Aliiiii, hadi ezan okundu eve gelin’’ çağrılarıyla bitmeseydi . O dönemde zaten bi annelerimizi sevmezdik bi de müezzinleri. Ne vardı sanki biraz geç okusalar da akşam ezanını o maç bitmese. Çoğu maç ”yendik, şişirdik, dolma yaptık pişirdik’’ teranesi bile söylenemeden biterdi aynen bu yazı gibi…
Gol değil boru…O an golü yemişiz anlayacağın..(eyvallah yılmaz abi) hayat değil boru..