Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Yearly Archives: 2011

Venceremos Victor!

11 Eylül 1973’te gerçekleşen darbenin ardından cunta, Allende taraftarlarını toplamaya başladı. 12 Eylül sabahı Teknik Üniversite’de öğretmenlik yapan aktivist sanatçı Victor Jara –elinde gitarıyla- tutuklandı. Victor Jara, Allende’yi başkan yapan Unidad Popular koalisyonuna destek veren bir Komünist Partiliydi. Unidad Popular için bir dizi konser vermiş, şarkılar yazmıştı. Askerlerce Şili Stadyumu’na (Estadio Chile) getirildi. Darbenin ardından, tıpkı ülkedeki diğer stadyumlar gibi bu stadyum da binlerce tutukluya ev sahipliği yapmıştı. Cunta askerleri Allende taraftarlarını sorguluyor, işkenceden geçiriyor ve öldürüyordu. (Parantez açıp Inti-Illimani grubunun darbe sırasında İtalya’da konserde olmaları vesilesiyle bu tutuklamalar, işkenceler ve ölümlerden kurtulduğunu belirtelim.) Rivayet edilir ki, Victor Jara stadyuma getirildiğinde elinde gitarı vardı. Stadyumda işkence sırasını beklerken, gitarıyla Venceremos (Zafer bizim!) çalmaya başladı. “Desde el hondo crisol de la patria, se levanta el clamor popular. Ya se anuncia la nueva alborada, todo Chile comienza a cantar.”

Onlar Güçlü, Biz Haklıyız! Salvador Allende

Darbe diyince bizim aklımıza 12 Eylül gelir. Kenan Evren, cunta ve Amerika... CIA, kontrgerilla... 11 Eylül denince de –2001’den itibaren- Amerika; Bin ladin, El Kaide, ikiz kuleler... 2001’den önce ise 11 Eylül demek, Şili Darbesi demektir; Allende, Pinochet ve tabii ki yine Amerika, CIA, ITT, kontrgerilla... 11, 12, 13, Eylül, Ekim, Kasım farketmez; eğer dünyada organize cinayet varsa, eğer silahlar zalim adına konuşmuşsa çok büyük ihtimalle orda Amerika vardır. Tümevarım dedikleri bu işte. Amerika’nın demokrasi ihracı motivasyonu malum. 11 Eylül 1973’de, demokratik seçimlerle başkan olmuş Salvador Allende, CIA destekli faşist Pinochet tarafından devrildiğinde, daha sonra ABD Dışişleri Bakanlığı da yapmış olan, o günlerde ise Başkan Nixon’un güvenlik danışmanı Henry Kissinger “Kendi halkının sorumsuzluğu yüzünden bir ülkenin komünist olmasına seyirci kalamayız. Meseleler, Şilili seçmenlerin kararına bırakılamayacak kadar önemlidir” demişti. Kissinger aynı yıl Nobel Barış Ödülü’nu kazanmıştı.

Federasyon İdare Etti Ama Muhalif Spor Medyası İdare Edemedi!

Şike soruşturmasında takındıkları tavır nedeniyle öncelikle gazetem Birgün’ün spor servisi ve diğer spor medyasında  yer alan bilumum politik-futbol zevatıyla ilgili içimde olanca tepki birikmişken, gazetemi hırpalamamak(!) adına susmayı tercih etmiştim. Ancak, 17.08.2011 tarihli Birgün’ü okumak için elime aldığımda, artık bir şeyler yazmanın zamanı geldi diye düşünerek başladım bu satırları karalamaya. Türkiye Futbol Federasyonu’nun şike soruşturmasıyla ilgili aldığı kararı yorumlayan “Federasyon İdare Etti” başlıklı ön sayfa haberinde yer alan; ”Türkiye Futbol Federasyonu(TFF), önceki gün verdiği kararla ülke futbolunu içine sürüklediği şaibe çemberinden kurtarmak yerine, futbola büyük paralar yatıran sermayedarlar derdine deva olmak adına bir karar aldı” satırları, üzerine birkaç kelam etmeyi gerektiren sorunlu ifadeler olarak zihnimde belirdi.

Őrűmcek

Kötü kader kuru tatak gibidir, yapıştı mı gitmez derler. Belki öyledir belki değildir bilemem, ama bazı mekanlar görüyorum ki ne açılsa iş yapmıyor sanki altında cünüp gitmiş yatır varmışcasına. Bence buraların bir listesi çıkarılıp girişimcilere dağıtılmalı. Michelin yıldızlı lokanta oluyor da Gulyabani lanetli dükkan neden olmuyor, bu kadar batıcılığa da pes. Peki hepimizin bir gün solucanlarla aynı evde kalacağı gerçeğinden yola çıkarsak bir insanın iyi kaderi nasıl çizilebilir? Varsayalım çok yaşamak. Periyotlar halinde gazetelerde gördüğümüz DEYİ (Dünyanın En Yaşlı İnsanı) haberlerini örnek olarak alırsak, -1 yaşlı gidince otomatikten DEYİ statüsüne ulaşan adamı bulup ölümünü beklemek hangi vicdana sığar? Senin iyi kaderinin başkasının mezar bakıcılığına denk düştüğü dünyaya çocuk getirmek istemeyen anne adaylarına sırf bu yüzden gardolap kadar saygım var. Neden, çünkü çocukluğumuzda gördüğümüz en dev nesne o olduğundan annesevgisiölçer betimleme ölçü birimi olarak onu kullanıyorduk. Hatırlayamadığımız çocukluk dönemlerinde bize gelecekteki hayatımızın nasıl şekilleneceğine dair hayallerimizi çizmemiz istenseymiş, doğru çıkınca işte bu çocuk kendi kaderini elleriyle çizdi denseymiş. Doğru çıktığını sadece DEYİ olursa öğrenebileceğinden mütevellit, kime caka satabilir hangi cortingen teyzeden puan toplayabilir gerçi orası biraz gri alan. Şimdi buna iyi kader mi kötü kader mi diyeceğiz? Bence kasmayalım ve baştan yazılmış doğalım abi, puhaha burası ortamda beşinci birasını bitirip dünyeviden uhreviye göbekleme dalan çocuk modeli oldu biraz o yüzden pas geçiyorum ama yazılmış cümlenin davası olmaz mantığıyla da silmiyorum. Bana kaderimiiin bir oyunu mu buuu? 

Ah CHP, Vah CHP

Seçim yazıları tadında kurguladığımız seriyi CHP ile devam ettirecektik, nefesimiz yetmedi. Bari seçim öncesi düşündüklerimizle seçim sonu ortaya çıkan tabloyu; bu tablonun getirilerini götürülerini koyalım ortaya. CHP özeti olsun bu. Öncelikle, CHP Deniz Baykal yönetiminde girdiği son iki genel seçimde, sırasıyla %19,39 ve %20,88 oy alarak ikinci parti olarak çıkmıştı. AKP karşısında yaptığı muhalefet hiçbir zaman etkili sayılmadı. Ne seçmenine, ne seçmeni olması gerekenlere umut vermedi, veremedi. Baykal’ın kaset skandalı, Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığa gelmesi, gelir gelmez kucağında referandumu bulması, ardından Önder Sav tasfiyesi, hopp genel seçim. Hepsi yaklaşık 1,5 yıl içerisinde oldu. CHP gibi hep ağır kalmış, hep ağırdan almış bir parti; Kılıçdaroğlu gibi tecrübesiz bir partici için müthiş baş döndürücü bir trafik.

Hopa Halkı Avukatları’nın Açıklaması

BASINA VE KAMUOYUNA

Bilindiği üzere 31.05.2011 günü Hopalıların demokratik taleplerini içeren basın açıklamasının arkasından gelişen hukuksuzluklar o günden itibaren artarak şeklinde sürdürülmektedir. Olay günü gecesinden başlayarak Hopada tam bir insan avı başlatılmıştır. İlk baskın gece saat 123 sıralarında Hayde Cafe isimli bir işyerine yapılmış olup, işyeri sahibi de dahil olmak üzere orada buluna müşteriler özel harekat timleri tarafından yoğun şiddet uygulanmış, tüm bu kişiler yereler yatırılarak kafalarına postallarla basılmak süretiyle aynı zamanda coplar tekmelerle darp edilerek gözaltına alınmıştır. Bu muameleye maruz kalan bu kişiler arasında % 90 oranında zihinsel engelli olan Erkut Kibar da bulunmaktaydı. Tüm bu hukuk ve insanlık dışı uygulamalar işyerine ait güvenlik kameralarınca kayıt altına alındığı halde, baskını gerçekleştiren birimler, güvenlik kamera kayıtlarının bulunduğu bilgisayar kasası ve güvenlik kamerası hard diski ve tüm dijital eşyaları yasa dışı olarak habersiz bir şekilde almışlardır. Aynı zamanda kafe içinde bulunan tüm eşyalar tahrip edilmiştir. Bu baskınlar evlerde sabaha kadar devam etmiş halen de 3 gün dür devam etmekte dir. Gözaltına alınan kişilere ilişkin tarafımıza ilişkin hiçbir bilgi verilmemiş, isimleri ve durumları saklanmıştır.

“Kıl”işe

Eskiden sabahlardık ya, hatırlıyorum. Savaş Ay'dır, Siyaset Meydanı'dır, Ceviz Kabuğu, bilimum Okan Bayülgen Show'ları... Haftasonları da böyle konuklu programlar olurdu, ne bileyim konuk çağırılır, onunla ilgili mini bir cv-vtr (ne demekse) izletilir, sonra ropörtajlardan alıntı yapılarak sohbete koyulunur. Çanak sorular, klişe sorular da cabası. Bu programlarda hep "ben olsam şöyle cevap verirdim" diye düşünmüşümdür hep. "Bu alıştırmaların meyvelerini iş mülakatlarında topladım" demek isterdim ama malesef bi erkeklik cinsel organına yaramamıştır bu güne kadar. Hadi gelin itiraf edelim (E.Özkok mode on), çok acı ya. Bazen size de oluyor mu bu? "Herkes 15 dakikalığına ünlü olacak" muhabbeti gibi biraz. Sanki böyle ölünce Uğur Dündar özel program yapacak sizin için ya da Okan Bayülgen dostlarınızı çağırıp sevdiğiniz şarkıları söyleyecekler, anılar anlatılacak falan. Özel siyaset meydanı yapılacak, arşiv görüntüleri (doğum günü, sünnet v.s) İlkokul öğretmeniniz falan konuşuyor. Neyse konu bu değildi. "Bir röportajınızda demişsiniz ki..." diye başlayan körler/sağırlar programları gibi bir oyun oynayalım mı? Ya da bir zamanlar Ayşe Arman ablanın yaptığı gibi sanal röportaj gerçekleştirelim. Tümüyle copy-paste, tümüyle "nereden bakmak istiyorsanız oradan bakarsınızla alakalı"... "Bana Bir Şeyhler Oluyor" da vardı bu muhabbet. Medyanın olayları nasıl çarpıttığı, nasıl cımbızladığıyla ilgili.

Siyasi Liderler

Dea siyasi yazılarla buraları aktifleştirmiş. Benim de çorbada tuzum olsun istiyorum. Partilerin siyasi ataklarına, avantaj-dezavantajlarına, seçim çalışmalarına vs. hiç girmeyeceğim. Girsem zaten yetersiz kalırım, o kadar takip edemedim açıkçası. Zaten hepsinden tamamıyla ümidimi kesmiş biri olarak, ne vakit gazetede, televizyonda, internette bir siyasi lideri görsem; beynim direkt olarak bireysel değerlendirmelere girişiyor refleks olarak. Son zamanlarda en çok takıldığım konu, siyasi lider çıkarma konusunda ne kadar basiretsiz bir halk olduğumuz çünkü. Çok uzatmadan, birer ikişer cümleyle tespitimi yapıp, direk olarak kendilerinin karnelerini vereceğim ve benim gözümden bulundukları durumu sayısal olarak tespit edeceğiz. Heyecanlandım lan ahaha.

Metin Lokumcu’nun Katilleri’ni Unutmayacağız!

Bir ülke hayal edin. Bu ülkenin, ileri demokrasiyi diline pelesenk eden, demokrasinin yıldızı bir başbakanı olduğunu da... O başbakan Kuzey Afrika’da çıkan olaylara “halkın sesine kulak vermek gerekir” desin. Kankası Kaddafi’yi bile, Batı’nın baskısıyla yerden yere vuruversin. Bu başbakanın partisinin iktidarın en güçlü adayı olarak girdiği bir seçim hayal edin. Bu başbakan seçim için yaptığı onlarca, yüzlerce mitingde, karşısındaki binlerce, onbinlerce insana mezhepleri yuhalatsın, siyasi rakiplerini düşman, kendisini eleştirenleri darbeci, protesto yapanları illegal örgüt olarak göstersin. Polis müdahalesiyle ölen emekli bir öğretmen olan Metin Lokumcu için “Biri ölmüş, üzerinde durma gereği duymuyorum” diyebilsin. Gözleri Muaviye baksın ama dilleri Ali söylesin, kulakları ise alkıştan başka hiçbir şey duymasın. Duyma gereği hissetmesin. İnsani hiçbir değeri olmasın, kalmasın... Ve çıksın “biz tüm ülkeyi, tüm vatandaşlarımızı kucaklıyoruz” diyebilsin.