Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Author page: latdm

La Bombonera’dan selam getirdik

Bu bir gezi yazısı değildir. Belki de öyle ama ben gezi yazısı nasıl yazılır, onu bilmem. Sadece kısa kısa aklıma gelenleri anlatmak istiyorum. Lakin hala nasıl başlayacağımı bilmiyorum (Haliyle görünüyordur, bok gibi bi’ giriş oldu). En iyisi geldiğim günden başlamalı. Yaklaşık iki ay önce, Arjantin’e gelebilmek için yola çıktım. Türkiye’den çıkışta bin bir soruyla karşılaşan ben, İspanya ve Arjantin’de tek bir sorun yaşamadım. Ha ama İspanya’dan bahsetmek gerekirse, eşek kadar havaalanı, bir sonraki uçağın kalkmasına iki saat var ve ben o kapıyı bulana kadar bir saat geçirdim. Hayır birine soruyorum, bir yolu gösteriyor, bir başkası diğer yönü gösteriyor. Neyse efendim, kapıyı bulduktan sonra uçaktaki yerimi alıp sağ salim Arjantin sınırlarına ulaştım. Kısa bir beklemeden sonra pasaportuma “90 dias” diye damgayı vurdular. Herhangi bir soru, bakış yok. Pasaportunuzu veriyorsunuz ve geçiyorsunuz. Yalnız bavulu abartısız bir buçuk saat beklediğimi söylemeliyim.

Kaza süsü

Düşündüklerimizi, Ağzımızdan çıkan her bir kelimeyi, Topyekun fikirlerimizi, İnandık saydım. Bu inandıklarımız hiçbir şey değil, Bir de inanmadıklarımızı görseniz...

Yaşasın cumhuriyetçi laiklik ve statüko

22 Temmuz Seçimlerine gelirken, bu süreç içinde geçtiğimiz aylarda yaşanan birçok siyasi gelişmeden birbiriyle ilişkili iki tanesine değinmekte yarar var. Bir tanesi 27 Nisan 2007'de askerin verdiği e-muhtıradır.(1) Konumuzla asıl ilgisi olan mesele ise, muhtıranın öncülü ve ardılı olan mitinglerdir. Ve bu mitinglerde saf tutan bir partinin, mitinglerde kullandığı jargondur asıl mevzuumuz. Türkiye'de hala CHP'ye, az da olsa, "sol" diyebilen oluyor. Sol jargonu pek kullanmayan, hatta açıklamalarında bile bulunmayan, milliyetçiliğe "çimento" diyen bir genel başkanı olan partidir bahis konusu. Kullandığı dönemlerde bile gerçekten bir "sol" parti diyebilmenin zorluğu tartışma konusu iken, şu durumda sol demek abesle iştigal etmektedir. Bunun belki de tabanında yatan en önemli neden ise CHP'nin sürekli bir "irtica" çığırtkanlığı yapıp da laikliği savunmasıdır. Pekala, asıl sorun şu: CHP -en azından son yıllarda- laiklik konusunda ne kadar samimidir? Bu soruya kanımca "olumlu" yanıt verebilmek zor gözüküyor.

Fasulyeden

Çocukken herkes gibi bazı şeyleri anlayamıyordum. Ne kadar olduğunu bilmiyorum ama bir şekilde büyüdüğümü hissediyorum. Ancak bu her şeyi anlamamı sağlayamadı. Belki çocukken anlayamadığım bazı şeyleri büyüyünce anlıyordum fakat anlayamadığım başka şeyler ortaya çıkıyordu. Oyun sandığım her şey gerçekleşiyordu. Ya da vardı, biz onları oyun sanıyorduk.

Gitmek zor iş

Siz ne kadar hayatı anlamlandırmaya çalışsanız da dünyanın bir köşesinde anlamsızca şeyler size inat olmaya devam ediyordur. Bazen gerçek; göründüğü gibi olmamakla birlikte, gerçeğin göründüğünden daha gerçek olduğu zamanlar da vardır. Anlamsızdır, saçmadır. Ama bir şeyler oluyordur işte. Ufak bir odada bitti her şey. Belki anlamsızdı. Ya da anlamlıydı da kimse anlamlandıramıyordu. Kim bilir?...

Sadece onu görmeye gidecektim

Sadece O'nu görmeye gidecektim... Neden böyle oldu, bilemiyorum... Sabah evden çıkarken dolabımın arkasına sakladığım ben'lerden birini tercih etmek için araladım ki, bu onların hepsinin birden ortaya çıkmasına sebep oldu. O an afalladım ve bir süre sonra "Ortak Bölenlerin En Büyüğü"nü almaya karar verdim. Hak verirsiniz ki O'nu görmeye gidiyordum. Ama diğer bütün "ben"ler kendilerinin tercih edilmesi gerektiğini düşünerek isyan ettiler. Benim bu "ben"leri durdurabilmem mümkün mü? Kavga gittikçe büyüyordu ve ben bunu sadece -insan olduğum için- seyretmeye karar verdim. Zaten insanoğlu yaratıcılıktan uzak kalıp her şeyi uzaktan seyretmeye bayılır..

100 kelimeyi geçen platonik aşklar

Yağmurlu bir sonbahar akşamında başlamadı bu hikâye. Aslında hava durumunun da bir önemi yoktu. Zaten önemli olan; geçmişin en alakasız havalarında yaşanılanlar değil miydi? O halde nedendir ki benim için bu herhangi zamanın meteorolojik bilgileri? Zaten ne istesem boş, ben gri havayı sevip iktidarımı korumaya çalışsam da hava bütün muhalefetini kullanarak mavi gökyüzüyle otoriteme karşı çıkıyordu. Yüz kelimeyi geçen platonik aşklar için ağlıyordum günün en mantıksız saatlerinde. Hoş, mantık aramam bile mantıksızdı. Elimde olan bütün kelimeleri birleştirip tren yapıyordum ve sonra kaçabileceğim en gri ülkeye kaçıyordum. Sonra düşünüyordum da neden kaçtığımı... Ve nereye kaçtığımı... Zaten ne istesem boş, kaçabileceğim bütün ülkelerin gri tonları uyumsuzdu sağanak gözyaşlarıma...

Gri

“Ne garip bir yaratıktır insanoğlu, Çoğu zaman kendi amacını bile bilemez…”

Zorluyorum hayatı en olmadık şekilde, benim olduğu kadar; ve yaşamıyorum olması gerektiği gibi. İstemiyorum, çünkü bu “ben”im, kimse değil. Olması gereken de olamaz o yüzden. Olması gereken zaten çoğunluk baz alınarak oluşan bir şey değil midir ki çoğu zaman? Olması gereken… İşte o zaman ben olamam ki olması gereken olursa. Olsun, gerektiği gibi değil, olsun sadece. Sorun da bu ya zaten…