Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Author page: dellez

Modern Grimm Kardeşler: Hanna Barbera

Çocukken bir ara, büyüyünce ne olacağımı soranlara çöpçü olacağımı söylermişim. Hikayesi de var, ben hatırlamıyorum gerçi ama, bir gün bebe aklımla çöpçülerin çalıştığı şartlara üzülürken yakalamış bizimkiler beni. Yaş 4 falan, ama sosyal bilinç ta o zamanlardan yüksek işte. Yazık çöplerle uğraşıyorlar serzenişlerime "Ama onlar bu işi yaptıkları için fazladan para alıyorlar" diye cevap alınca bende ne sosyal bilinç kalmış, ne de ezilen sınıfa duyulan hisler. Madem çöpçüler fazladan para alıyorlar, ben de büyüyünce çöpçü olup fazla para kazanırım diye dolanır olmuşum ortada. Kafaya bak, küçük hesapların kafası; yaş 30 oldu hâlâ o çemberin dışına çıkabilmiş değil. Bundan sonra dönem dönem farklı mesleklere meylettiğim oldu, ama ilkokul boyunca bir dönemler de bana büyüyünce ne olacağımı soranlara vermek istediğim cevabım hazırdı gene. Geçmiş zaman tabii; soran oldu mu, olduysa ben bu cevabı verdim mi bilmiyorum ama ilkoulda Hanna Barbera olmak istiyordum büyüyünce. O zamanlar memleketin 3-4 kanallı yıllarında, politikacıları falan saymazsak, tvde en çok gördüğüm isimler Fred Quimby ve Hanna Barbera'ydı. Neticede, o yaşlarda siyaset programlarına ilgim yoktu, ve o çocuk halimle televizyonda ilgimi en çok çekebilen yayınlar hareketli resimlerin olduğu anlardı.

Olası İstanbul Depremi

Haftasonu Ege açıklarında olan deprem, kötü anıları canlandırdığı kadar gene soruları da akla getirdi. İki gündür doğru düzgün televizyona bakma fırsatım olmadığı için takip edemedim, ama muhtemeldir ki kanallarda deprem uzmanları tartışmışlardır "Olası İstanbul depremini tetikler mi tetiklemez mi?" diye... "Olası İstanbul depremi"... Söylerken ne ağır. Hele de 17 Ağustos'u yaşamış insanlara, cehennemi dünyada yaşatan bir laf. Depremden beridir geçen 15 senede televizyonlarda defalarca izlediğimizden sebep, hepimiz biliyoruz ki, o beklenen "Olası" İstanbul depremi bir gün yaşanacak. Ama yarın olacak, ama seneye olacak, ama 5 sene sonra olacak. Peki o depremde neler olacak? Gene binalar çökecek. Gene insanlar depremden sonraki günlerde sefil olacak. Gene daha az eşit olan kimilerimiz aylarca, hatta belki senelerce evsiz yurtsuz kalacak.

Sanal Alemin Aktroller’le İmtihanı

İddia ediyorum, bu adamların bu ülkeyi bu kadar parmağında oynatabilmelerinin en büyük etkenlerinden birisi, ellerindeki medya gücü. Kabulümdür, bu ülkenin insanı çoğunlukla muhafazakârdır, sağcıdır; bu kültürde lider kültü büyük önem taşır. Bunlara eyvallah, ama son zamanların moda deyimiyle, kitlelerini bu kadar "konsolide" şekilde birarada tutmalarındaki en önemli silahları da medya. Tekerleği keşfetmiş bir edayla söylemiyorum, parti tabanlarının büyük çoğunluğu hayatı medyanın sosyal olanından değil ulusal olanından takip ediyor. Bu sayede istedikleri gibi at koşturuyorlar biraz da. Misal, müşaviri Soma'da Madenci tekmeliyor. Sen, ben bunu sosyal platformlarda fotosuyla, videosuyla görüyoruz. Ama Anadolu'da Hikmet emmi bundan haberdar olmuyor. Olduğunda da, Soma'ya dışarıdan gelen TGB'li eylemci Müşavir'e saldırdı diye öğreniyor. Misal, Cemevi'nde cenazede olan ve olaylarla uzaktan yakından alakası olmayan Uğur Kurt'u öldürüyorlar. Ama kendi tabanlarına eylemciler birbirini vurdu diye anlatıyorlar. 10 yaşındaki çocuğu gözaltına alacak kadar insanlıktan çıkıyorlar, ama bunu da "çocuğu olaylardan korumak için kenara çekiyorlardı" falan diye yutturmak istiyorlar. Bunlar son bir kaç günün aklıma gelenleri, listeyi fasikül fasikül uzatabiliriz.

Neye Yansak? Kime Sövsek?

İki gündür, Soma Katliamı hakkında yazı yazmak istiyorum. Ama yazamıyorum. Elim gitmediğinden, yüreğim elvermediğinden değil. İçim yanıyor, içim kanıyor; ama içimdekileri dökmezsem de rahatlayamam. Yazmam gerekiyor. İlk gece yazmaya niyetlendim. Olay tam bir facia. Göz göre göre gelmiş bir katliam aslında. Maden kazası falan değil, az bir bakınca nasıl bir katliam olduğunu görüyor insan. Göz göre göre bile değil, insanın gözüne soka soka gelmiş bu katliam. Bağıra bağıra gelmiş. Ama tam yazacakken, öyle bir bombardımana tutuluyorum ki internette okuduklarımla, elim ayağım titriyor sinirden. Bir de umut var insanın içinde, yüreğini titreten o umut, dilsiz dualarla bekliyorsun ya içeridekilerin kurtarılabileceğini düşünerek iyimserlikle terbiye etmeye çalışıyorsun ya nefsini... İşte o duygularla bekledim biraz daha; belki ağıt cümleleri değil de şükür cümleleri yazarım diye. Ama işte ondan sonraki gün başlayan olaylar zinciri, işi çığrından çıkardı. Hangisini nasıl yazacaksın ki? "Çizmelerimi çıkarayım mı" diye soran ürkek madenciyi mi yazacaksın? Avcundaki kağıtta oğlundan helallik isteyen madenciyi mi? "Mahmut'un eşi hamileydi, beni bırakın onu çıkarın" diye ağlayanı mı? Televizyonda her gördüğün madenci yakınında, kendini onun yerine koyup ciğerinin alev alev yandığını mı yazacaksın?

Helvadan Putlar

"Abi ama adam çok iyi hatip yeaağğ" Bir yalanı ne kadar çok duyarsanız, o kadar inandırıcı gelmeye başlar. Yalan olduğunu bilseniz bile... Senelerdir bu propaganda ile yoğuruluyoruz. Orta Asya'dan getirdiğimiz genlerimizde var herhalde bu durum. Başımızdakini hakettiğinden fazla yüceltmeyi çok seviyoruz. Adam ne kadar insanüstü görünürse gözümüze, bilinçaltımızda kendimizi biatımıza o kadar kolay ikna ediyoruz belki de. Uzun adam hakkında vasıfsal olarak çok da fazla abartılacak özellik bulamadıklarından olsa gerek, bu hitabetten çok yürüyorlar. Hakkını yemeyelim, olmayanı olduran tipler de var; misal Jöleli en son uzun adamın Putin ve Obama'yla birlikte günümüzde dünyanın kaderine etki eden 3 liderden biri olduğunu söylemiş. Böylesine coşanlar da var. Ama bunun dışında genel kabul, adamın iki üstün vasfının uzun olması ve iyi hatip olması şeklinde. Bunun dışında zaten zorlasan da bir şey çıkmıyor, eldeki malzemeyle bu kadar.

Tedbil-i Mekan’da Ferahlık Vardır…

Sitenin eski yapılanmasını bilenler biliyordu, bilmeyenler için de kısa bir özet geçelim, operasyon merkezimiz Avcılar olmak üzere; dellez ve Altar ikilisi İstanbul’un serhad beyliği Başakşehir’de, igor ve lentini ikilisi ise organizasyonel takım olarak bol promilli gecelerin semti Kasımpaşa’da ikamet ediyorlardı. Diğer saha muhabirlerimizin bu konuyla çok fazla ilgisi olmadığından kelli onları tek tek saymıyorum.

Kafanız Güzelmiş, Yeni mi?

Vallahi merakımdan gebereceğim, neyin peşindesiniz arkadaşım siz ya? Önümüzdeki 30 yıl içinde ölmek istemememin sebebi şu anda ne para pul, ne mal mülk, ne de eş dost. Sırf bu dava…

Saçmalamaktayız

Memlekette milyon tane sorun varken, şimdi de buna mı kafayı taktın demeyin rica ediyorum. Söyleyeceklerimi sonuna kadar dinleyin, ondan sonra en azından haklı olduğuma inanacaksınız diye umuyorum. Şu aralar, bildiğiniz gibi evde aylak aylak yatıyorum. İş yok, işe gitmiyorum. E para da yok, haliyle evden pek dışarı da çıkmıyorum. Çıkıp ne yapacaksın bu soğukta zaten? Neyse, geçen gün salonda bilgisayarla zaman geçiyorum. Evdeki televizyonda da Yemekteyiz programı açık, arada göz ucuyla da bakıyorum ne olup bittiğine...

Maria Puder Ölmedi

Belki dört saatten beri yürüyordum. Ne diye yoldan ayrılıp buraya saptığımın, niçin geri dönmediğimin farkında değildim.Başımın yanması azalmış, burnumun kökünde hissettiğim karıncalanma geçmişti. Yalnız içimde müthiş bir boşluk hissi vardı. Hayatımın en dolu, en manalı zannettiğim bir devresi birdenbire boşalmış, bütün manasını kaybetmişti. En tatlı emellerinin tahakkukunu gördüğü bir rüyadan acı hakikate uyanan bir insan gibi içim çekiliyordu. Ona hakikaten dargın değildim; asla kızmıyordum. Sadece müteessirdim. "Bunun böyle olmaması lazımdı" diyordum. Demek ki beni bir türlü sevemiyordu. Hakkı vardı. Beni hayatımda hiç, hiç kimse sevmemişti. Zaten kadınlar pek acaip mahluklardı. Bütün hatıralarımı toplayarak bir hüküm vermek istediğim zaman, kadınların hiçbir zaman sahiden sevemeyecekleri neticesine varıyordum. Kadın sevebileceği zaman sevmiyor, ancak tatmin edilmeyen arzulara üzülüyor, kırılan benliğini tamir etmek istiyor, kaybedilen fırsatlara yanıyor ve bunlar ona aşk çehresi altında görünüyordu.