kişisel

Şehirlerarası cinnet yolculuğu

Oldum olası nefret ettim otobüs firmalarından, şöförlerinden, hostlarından, servis elemanlarından, bilet satanından, çağrı merkezinden, kekinden, havasından, suyundan… Anlatmakla bitmez bir şehirlerarası yolculuk mazim olduğundan dolayı, anlatmakla bitmez bir şehirler arası otobüs macerası antolojisi oluşturdum kendime. Ama dün, bugün ve yarın, mevcut tüm nefretimi üzerinde toplayabilecek bir firma adı isterseniz, tek saniye düşünmem Metro derim.

Ruh yok, ruh!

Amacımızın hayattan detaylar, kareler aksettirmek olduğu gibi salak bir düşünceye kapılıyorum ara ara. Ama çoğunlukla da “bir amacımız yok” başıboşluğunda huzur buluyorum. Birşeyler çiziyoruz elbette ama bilmiyorum ki buraya nakşedilmeyen detaylar kızıyor mudur bize. İçtiğim bira, yediğim tuzlu fıstık “Lan bu kadar mı değersizim ben gözünde” diye arkamdan küfrediyorsa?

Gırtlak gırtlağa

Bir şeyler yemek hayatımın en önemli özetlerinden birisi olsa da gelişmiş bir yemek kültürüm yoktur. İşbu nedenle bir mekanda yemek yiyorsam beni o masada mutlu etmek çok kolaydır. Ben, alt tarafı, lahmacun, pide, her türlü kebap, pizza, patates kızartması, kuru fasulye-pilav’dan keyif alan ortalama bir mideye sahibim. Lakin öğle yemeği sırasında Le’Passione, Suzy’s gibi abuk sabuk isimlere sahip mekanların abuk sabuk mönüleri arasında sıkışıp kaldığımdan…

Hayat çok anlamsız

Hava buz gibi, öyle ki kemiklere değin işliyor. Ellerin kızarmış soğuktan, yüzün bakılmayacak kadar çirkin. Elin sigara arıyor ceplerinde… Çakmak, anahtar, biraz bozuk para… Hayır, sigaran kalmamış. Son dalı da içmedin mi titreyerek? Şimdi ne bok yiyeceksin? Market çok uzak, para çok az, beden çok yorgun, gönül çok yalnız, yürek çok yılgın, hayat çok anlamsız!

Dünden aklımda kalanlar

Milletin eğlenmeye gittiği bir yerde kendini kahretmek. Ne eğlenebilmek, ne ağlayabilmek. Yüzünde ısrarla o salak maskeyle dolaşmak. Herkese mutlu olduğunu göstermeye çalışmak. Aslında mutlu olamamak. Zaten hiç mutlu olamamak. Hep kendini mutlu sanmak. Kendini mutluyum diyerek kandırmak. Ama kendini kandıramamak. Belki diğer insanları da kandıramamak. Bunun da farkında olamamak

Kuru kuru gitmez o tostlar

Perşembe sabahı, gene geç kalıp servisi kaçırdığım için, işe giderken Eminönü’nden motora atladım. Kalkalı bir saati geçtiğinden de, acıkmış bir vaziyette, motorun üst kısmında, günün üçüncü sigarasını içerek, çay servisini bekliyordum. Yaşlı amca geldi, çay isteyen olup olmadığını sordu. “Amca, bir çayla iki tost ver buraya.” dedim. Çayı bıraktı, tostları da getirmek üzere aşağıya indi. Getirdi tostları, o gelene kadar çayı sigaraya katık ettiğimden, boş…

Sadece bir rüya

Sadece bir rüya

Sadece bir rüyaydı, geçti yavrum rahatla, bak ben buradayım… Kendimi bildim bileli rahatsız uyurum ve kabuslar görürüm. Küçük bir çocukken annem bağıra çağıra uyandığım zamanlarda bana sıkıca sarılır ve bunları söylerdi. Yaşadığım şeyin sadece rüya olduğunu, gerçekte var olmadığını ve her ne olursa olsun bana sarılarak beni koruyacağı duygusunu aşılamaya çalışırdı. Rahatlardım annem bana sarıldıkça ve olan her kötü şeyin rüya olduğuna inanırdım.

Kalkamadım

Saat 07.00: Boşluktasın. Dünün yorgunluğuyla hayatla arandaki fişi çekmişsin, rüya göremeyecek kadar yorgunsun. Uyumuyorsun, resmen bayılmışsın. Birden bilgisayara kurduğun alarm bangır bangır ötmeye başlar evin içinde. Kaliteli olmayan ama apartmanı ayağa kaldıracak 5+1 kolonların eşliğinde zıplarsın yataktan. Zaten amacın bu, yüksek seste hareketli bir parça koyarsın ki “kalk ve o alarmı kapatmak zorunda kal”. “UY AHA” (Kazım KOYUNCU) Davul ve tulum sesleri gittikçe coşmakta. Daha…