Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Tag: raporlama

Kuru kuru gitmez o tostlar

Perşembe sabahı, gene geç kalıp servisi kaçırdığım için, işe giderken Eminönü'nden motora atladım. Kalkalı bir saati geçtiğinden de, acıkmış bir vaziyette, motorun üst kısmında, günün üçüncü sigarasını içerek, çay servisini bekliyordum. Yaşlı amca geldi, çay isteyen olup olmadığını sordu. "Amca, bir çayla iki tost ver buraya." dedim. Çayı bıraktı, tostları da getirmek üzere aşağıya indi. Getirdi tostları, o gelene kadar çayı sigaraya katık ettiğimden, boş bardağı uzatınca, bir tane daha isteyip istemediğimi sordu. Nazikçe hayır dedim.

Devinim teyze

Her sabah aynı otobüse binip iş hayatının monotonluğuna yelken açanlar bir el kaldırsın bakalım? Evet, muhtemelen bu yazımda bahsedilenleri sizler daha iyi anlayacaksınız. Aslında şimdi ben bu konuyu daha geniş tutup, etraflıca bir toplu taşıma faciası yazısı yazmak istiyordum, kim bilir o da belki bir dahaki yazımıza artık.

Saymaya başladım

Erkut evden çıkmış çoktan. Masanın üstünde bulduğum anahtarı çantaya attım. 4 kat merdiveni kondisyon eksiğime rağmen, koşarak rekor sayılabilecek bir sürede indim. Taksi evin önünde duruyordu. Kapıyı açtım, bindim. Niyetim taksiyi çalıştırıp, yakındaki taksi durağına kadar götürmek, oradaki takcisilerden bir tanesine ufak bir ücret karşılığı anahtarı teslim edip beni bu arabayla Ömer Hayyam'a kadar bırakmasını rica etmekti. Evet alışık oldukları bir şey değildi, ama kabul etmeyeceklerini de sanmıyordum. Arabanın arka koltuğuna oturur oturmaz sırt çantamı açtım, içine az önce koyduğum anahtarı o karmaşa içinde aramaya koyuldum. Kalbim atmaya başlamıştı. Gittikçe heyecanlanıyordum. Şimdi bir şeyler ters gidecekti. Hep böyle olurdu, ne zaman işler ters gidecek olsa, bunu önceden hissederdim. Bu da benim bir yeteneğimdi. Bazen ben heyecanlandığım için mi işler ters gidiyor diye sorarım kendime. Cevabı da bence evettir, ama bu konuda henüz kanıtlanmış bir bilgiye sahip değilim.

Sidikli

Artık her an sidikli lakabını alabilirim: Evime gitmeden önce uygun olduğum yerde tuvalete gidiyorum çünkü kapıda altıma yapabilirim. Kapımın açılması fasılasız 5.5 dakika sürüyor. Deli gibi gürültülü. Otomatik süresi yetmiyor. Evime ikinci hırsız girdi ve ben normal kapıdan bağımsız yeni 1 kapı ve 2 anahtar daha edindim. (Deniz Akkaya Haklılığı: Evime gitmek istiyorum, çişimi yapmak istiyorum.) Toplam 5 anahtarla evime girilebiliyor. 6.cısını da almaya üşendim. Asma kilit yapacakmışım. Polisler öyle dedi de. Ama ya tuvalete gitmeyi unutursam?

Götü tutuşasıcalar!

Geçen gün, sabah 7.30 civarı Mecidiyeköy'de servise yetişmek için uyku sersemi seri adımlarla yürürken, yolun karşısına geçmek için bir kırmızı ışıkta durdum. Bir an önce ışık yeşile dönsün de artık karşıya geçeyim diye beklerken, yolun tam karşısındaki reklam panolarına gözüm takıldı. Uzaktan bir şeyler seçiyorum, ama herhalde uykunun mahmurluğundan olsa gerek yanlış görüyorumdur diye düşündüm. Artık yeşil ışığı daha bir sabırsızca bekleyip, bir an önce karşıya geçeyim de ne olduğunu tam olarak göreyim diyordum içimden.

Kalkamadım

Saat 07.00: Boşluktasın. Dünün yorgunluğuyla hayatla arandaki fişi çekmişsin, rüya göremeyecek kadar yorgunsun. Uyumuyorsun, resmen bayılmışsın. Birden bilgisayara kurduğun alarm bangır bangır ötmeye başlar evin içinde. Kaliteli olmayan ama apartmanı ayağa kaldıracak 5+1 kolonların eşliğinde zıplarsın yataktan. Zaten amacın bu, yüksek seste hareketli bir parça koyarsın ki "kalk ve o alarmı kapatmak zorunda kal". "UY AHA" (Kazım KOYUNCU) Davul ve tulum sesleri gittikçe coşmakta. Daha "HAYDE HAYDE" kısmına gelmeden bilgisayarın başına koşarsın. Beklemezsin monitöre görüntü gelmesini, sabah sabah pederden zılgıt yememek için direk fişi çıkartırsın. Yataktan zıplarken başın dönmüştür. Kafanı yastığa dayayarak derman ararsın kendine.

Uyuyamıyorum arkadaş

Uyuyamıyorum arkadaş. Bunu uyuyana kadar yüzlerce kere yazabilirim. Uyuyamıyorum arkadaş, uyuyamıyorum birader, uyuyamıyorum ulan ! Türlü türlü derdimiz, türlü türlü sıkıntımız var. Hayır kendi özelimde konuşmuyorum. Etrafıma bakıyorum da bir tane bile mutlu insan göremiyorum. Yok arkadaş, bir tane bile yok. Böyle uzaktan hayatı eğlence olarak gördüğünü sandığın birisine yaklaş biraz, göreceksin ki o adam da rol yapıyor esasen. Dışarıda giydiği bir maskesi var o adamın ve odasında yapayalnız otururken, odasının ampülü cızırdıyor halbuki. Sen dışardan baktığın sürece o ampül cızırdıtısını duymuyorsun. Ta ki bir şekilde patlayana kadar.

Fasulyeden halı saha maçları-1: Adamın “gol” diyor…

Bu cümle kalıbını bilmeyen yaşıtımız yoktur sanırım. Gazozuna oynadığımız mahalle maçlarının beylik cümlelerindendir. Rakip takım oyuncusu pataküte hücumdan sonra bizim kaleye gelir, topu da ağlarımıza -ne ağı lan mahalle maçında?- gönderir. Bir sevinç yumağı oluşturup, "nasıl da koyduk" makamından bir türkü çığırırken tam da o sırada bir karışıklık hasıl olur ya da oldurulur, "ne golü lan, taşüstüydü" denir. Rakip takımın fuleli forveti "kabak" gibi gol olduğunu iddia ederken, biz savunmacılar da Fifa yönetmeliğini yemiş, bitirmiş bir eda ile golün geçersiz olduğunu söylemekteyizdir. Tartışmanın hiçbir yere varmayacağına dair güçlü bir kanı oluş(turul)urken tam da o sırada şerefsizlik derecesinde dürüst bir arkadaşımız çıkar, kısık ve ezik bir ses işitilir: "evet, goldü..." İşte havanın gerçekten de karardığı an, o andır.

Bu şehrin mevsimi, figüranları

Felek çemberi daraldıkça daraladursun şu yorgun kent yeni bir sonbahara daldı tam da orta yerinden. Kendi sonbaharına elbette. Bu şehirde mevsimler bizim değil çünkü, biz figüranlarıyız bu oyunun ve sıramızı bekleşiyoruz otobüs duraklarının ortak bölenlerinin en büyüğü arasında... İstanbul'da... Yaz, kış farketmez tabi otobüs durakları ve bilakis durakların sadık aşıkları otobüsler için. İçindekiler için de belki, bilmiyorum. Ama mevsim demek yeni bir amaç demektir bu şehir için. Misal baharda yeni aşıkları aldı koynuna, sonbaharda da o aşıkların gözyaşlarını alıcak boğazına...