Nevizade’de dostlarla geçirilen bir Cumartesi akşamından sonra ve tam da ekonomik krizin etkisini derinden hissederken eve dönüş yolundaki bir gece yarısı hikayesi...
Muhabbetin meze, alkolün şeker kıvamında ve
Ulvi’nin insan olduğu bir gecenin ardından, alkolik gençliği düşünerek sabaha kadar otobüs seferi koyan muhterem İETT’nin otobüsüne binmek üzere
“Mecidiyeköy üzerinden” Taksim-Sarıyer seferi yapan çift biletli yeşil otobüse doğru yol aldım.
“Ulan bu parasızlıkta otobüsü kaçırırsam eve kadar travesti milletini selamlaya selamlaya yayan giderim.” düşünce balonu ile koşarcasına hareket ettim. Durağa geldiğimde otobüsün kapılarından insanların taştığını gördüm, ürperdim ancak yılmadım. Harbiye’nin travesti gerçeği gözüme daha korkutucu geldiği için arka kapıdan hamle yaparak, füleli adımlarla kapı kapanmadan kendimi otobüse istifledim. Kapının da kapanması ile birlikte, yolcuğumun son derece rahat konforlu ve sıkıntısız geçeceğini düşünerek, gece hangi rüyaları görsem, sıcak yatağımda nasıl bir pozisyon alsam saçmalıklarını aklımdan geçiriyordum ki, hemen yanımda bulunan zatı muhterem bir ağabeyimin otobüsün orta tarafında oturmakta olan iki genç ile sözlü münakaşaya girdiğini fark ettim. Diyalog şu şekilde gelişiyordu: