detay

Raporluyorum fütursuzca…

+ Hasan Doğan’ın vefat haberini aldık dük akşam. Bizzat Tayyipgiller kadrosundan atanmış olması ve medyada AKP’nin sesi olmak kaygısı taşımasından dolayı çok hazzetmezdim kendisinden. Ama pek şaşalı geçen Euro 2008 sıralarında kendisini bol bol ve açıkcası gayet samimi, gayet çocuksu görmemizden kaynaklanan bir sempatisi de vardı. Almanya maçında golden sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e sırtını dönüp, eşine sarılması ve Gül’ün eblek eblek kalması ile karnıma ağrılar…

Kapıları açmak

Kapıları açmak diye bir dizi vardı bir aralar. Hani, bomba prodüksiyon diye sunulup mantarlayanlardan. Aklımda çok şey kalmamış, Osman Sınav dizisiydi, şarkıcı bir kız vardı, Olgun Şimşek, Erkan Can oynuyordu. Zafer Algöz her zamanki tipi donuk takım elbiseli adam rolündeydi. Dizi iyi miydi, kötü mü onu hatırlamıyorum. Ama Türkiye yemek sonrası dizi sekansında yer bulamamış olması “kötü dizidir” diye kestirip atmamıza engel oluyor, iyi de…

İkinci hoşgeldin

Hayata dair küçük detayları paylaşmanın insana değer kattığını düşünüyorum. Otobüste cam kenarındayken, duraktaki insanlarla göz göze gelip “Oha kız beni kesiyo lan, dur hemen bakmayayım da otobüs hareket edince bakarım.” gibi anlar yaşarız da birileriyle paylaşma ihtiyacı duyarız acaba onlara da oluyor mu diye ya işte bunlardır hayatı rakı masası olarak görenlerin mezeleri. Şimdi anlatacağım detaysa genelde türk filmlerinde falan da rastlarız ama gündelik hayatta…

Dede tavlası

Efendim, önce süratli bir girizgah yapayım. Sabah kalktım, işedim, parmak arası terliğimi ve şortumu kuşandım, hop huzurevindeyim. Öğle yemeği sularında gidiyorum ki hem de karnımı doyurayım. Neyse, yenildi içildi falan sonra üst kata çıktık kafe tarafına her zamanki gibi. Dedem ve arkadaşları paso okey ya da briç oynarlar yemekten sonraları. Çoğunu tanıyorum artık gide gele tabi de bazen tanımadıklar çıkıyor, gene öyle biri çıktı işte…

Söylediklerin(iz)den bende kalan…

Sorgulanması gereken aslında çıkan değil bence. Yani çıktığında yerine ne yerleştireceğinizi bildiğinizde, aslında çıkanın da çıktığı zamanın da çok fazla önemi olmuyor. Asıl soru, çıkanlarla birlikte aslında orada olmayana ne yapacağınız. Eğer ki yerinde sayanlardan eleştiri almaktan korkuyorsanız, yapabileceklerinizin sınırlarını belirlemede de bir kısımdan yardım almak yerine kendi içselliğinizle birlikte küçük kapalı çevrelere yönelmeniz doğal bir davranış olarak görülür çoğunluğa dahil kişiler tarafınca.

Ruh yok, ruh!

Amacımızın hayattan detaylar, kareler aksettirmek olduğu gibi salak bir düşünceye kapılıyorum ara ara. Ama çoğunlukla da “bir amacımız yok” başıboşluğunda huzur buluyorum. Birşeyler çiziyoruz elbette ama bilmiyorum ki buraya nakşedilmeyen detaylar kızıyor mudur bize. İçtiğim bira, yediğim tuzlu fıstık “Lan bu kadar mı değersizim ben gözünde” diye arkamdan küfrediyorsa?

01 Ocak Dünya Başağrısı Günü

“Belli mi olur hacı be, belki güzel olur ha ne dersin” tadında, şarap tadı ağzında, çerezi az mı aldık acaba, kim çıkıcak şimdi, götün donar dışarıda, sibel can hangi kanalda, tarkan var olm trt’de, nerde bu kumanda, lan kapayın şunu, gelin yamacıma muhabbet burada, başım mı dönüyor nedir sonunda, aha midem ağzımda, lan lan lannnnn, siktir git lavaboya… 2oo8 kovalasın alayınızı, bok vardı, gittik girdik……

Bayramda otobüsler bedava mı?

Abi böyle bir sorunu var halkın anladığım kadarıyla. Bayram öncesi ve bayram süresince, siteye arama motorları vasıtasıyla gelenlerin listesine bakıyorum. fasulyeden, fanzin, webzin gibi kelimeler neyse; neticede doğru bir yönlendirme ile siteye gelmiş onlar. Ama bizi ilgilendiren anahtar kelimeleri dikkate almazsak en çok ziyaretçi gönderen arama “Bayramda otobüsler bedava mı?” Cevap verelim bari, cevap bulamamış olmasınlar; “Değil abi, ama %50 indirimli”