Gemilerde talim var

zVn91

Bugün aldığımız muştulu bir habere göre, tosun arkadaşımız Deniz Kenarı’na düşmüştür. Kendisi artık bahriyelidir bu böyle biline, rakı-balık uğruna hazırdır ölmeye. Denizden komutanı çıksa yemesini, ayağını mayıs ayında ilk cemre düştüğünde suya çipçip sokmasını, yaslı gidip şen dönmesini, Cuma akşamı son kez Süt Kardeşler’i izlemesini, boş bulduğu bir vakitte tayfasıyla beraber Pao deplasmanı tatbikatı yapıp en azından karşı kıyıya üç beş bira şişesi fırlatmasını diliyor, uzun dönem askerliğinde kendisine başarılıyor diliyoruz.

Tosun Reis, gerekirse denizi ortasından ikiye böleriz !

Kurban Bağışlarınız Alınır

Günlerin aynı salaklık ve anlamsızlık içinde sürüp giderken bile ne olduğunu bilmediğin mesnetsiz bir umut vardır ya içinde, yalan bir huzur… İnşallah bu bayram onu bulursunuz diyerekten, bayramınızı kutlarım. Kurban kesemeyiz, verelim paramızı bir derneğe, onlar halletsin diyenleriniz için Deniz Feneri’nden hallice bir oluşumdan bahsedelim; Fasulyeden Ketenpere Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği. Bakmayın hesap numarasının İngiliz bankasından alındığına, yatırdığınız paralarla Kenya’da, Zaire’de, Zimbabwe’de filan kurban kesiyorlar. Sakatatlarını da atmıyorlar haa, mis gibi işkembeler, kelle paçalar filan… Acayip…

Haa bir de, “yok ben kendi kurbanımı kendim keserim, boşuna mı yapıyorlar bu otoyol kenarlarındaki çimenlikleri” derseniz ve kurbanınızı verecek gariban bulamadıysanız onu da düşündük, ona da çözüm bulduk. Aşağıda yer verdiğimiz dana siyasi haritasından, gönlünüzden ne koparsa yine Fasulyeden Ketenpere Derneği’ne gönderebilirsiniz…

inek

İyi Bayramlar… Hadi şimdi barışın, bayramda küslük olmaz.

Chuck Anlatıyor: “Fasülyeden’de sevilmedim”

FasulyedenKom’un genç yazarı Chuck, site yönetimine verdi veriştirdi!

Sık sık yeterli ilgiyi göremediğinden dem vuran yetenekli yazar; site yönetiminin gerici ve bağnaz bir yayıncılık anlayışını benimsemiş olduğu açıklamasını yaptı.

“DEA’NİN ARTIK MODASI GEÇTİ!”

Camia içinde soğuk duş etkisi yaratan açıklamalarına bir yenisinde Dea’yi hedef aldı.

FasulyedenKom’un imtiyaz sahibi, coderı, başyazarı ve daha birçok şeyi olduğu bilinen Dea mahlaslı kullanıcının artık modası geçtiğini, yerini genç ve yetenekli yazarlara bırakması gerektiğini, hiç olmadı, Altar gibi ileri görüşlü ve yenilikçi insanlara bırakması gerektiğini belirtti.

Dea ile başarıya ulaşabileceğimizi düşünmüyorum” diyen genç yazar, “Bence artık kendisi de bazı şeylerin farkına varmalı. Mesela buraya kaç tane yazı yazdım ben, ismim hala künyede yok. Bence artık ismimin hala künyede olmadığını fark etmeli, en kötü.” şeklinde konuştu.

“FASÜLYEDEN BENİ KABULLENEMEDİ!”

İsim vermeden camianın diğer ağır toplarına da sitem eden usta kalem başarısının kıskanıldığını, önünü kesmek için çeşitli ali cengizlerin döndüğünü sözlerine ekledi. “Hayır sonuçta en iyi yazan benim bu ortamda. Sonuçta bu biliniyor. Üzerime oynansa Fasulyeden’i Avrupa’nın devleri arasına sokabileceğim otoriteler tarafından konuşuluyor. Fakat sizin de gördüğünüz gibi camia içinde sözü geçen insanlar bu gelişmelere kulaklarını tıkayarak kendi krallıklarını devam ettirme çabası içindeler. Aralarına kendilerinden yaşça küçük bir yazarın girmesini istemiyorlar, tahtlarını tehlikede görüyorlar. Sadece Altar var durumların farkında olan. Kendisi önünü görebilen, saygı duyduğum bir insan, bir ağabeyim. Camia içinde yaşanan Altar-Dea çekişmesinde de, camianın ağır toplarının Altar’ın yanında gözüküp Dea lobisi yaptıklarını ben bizzat biliyorum.”

“KONUŞURSAM YER YERİNDEN OYNAR!”

Zamanında Altar karşıtı lobilerin içine çekilmeye çalışıldığını vurgulayan FasulyedenKom’un genç prensi, bu illegal oluşumların hiçbir zaman içinde bulunmayacağını, kalemiyle bir yerlere gelmeye çabalayacağını bir kez de muhabirimiz aracılığı ile camiada sözü geçen isimlere duyurdu.

“Geldiler… Kapılarıma dayandılar… Altar’ın yanındaymış imajı yarat, bize rapor ver, siteyi senin üstüne yapalım dediler. Ben bu insanlara kapılarımı kapattım. Sadece yazılarıma konsantre olmam gerektiğini söyleyerek bu davetlerini reddettim. Bunların kim olduğunu ben söylersem yer yerinden oynar! Fakat aralarında şimdilerde sık sık Ankara’ya gidip gelen eskilerin en azılı tribüncülerinden birinin ve camia içinde çok tanınan bir yüzün de olduğunu söyleyebilirim.” açıklamasını yapan usta kalem, sözlerine “Yukarda süper kıymalı tereyağlı kır pidesi yapıyo adam, gidip ikişer tane domaltak mı dayı?” diyerek son verdi.

Gittik kır pidesi yedik. Güzel ve ucuzdu.

Fasulyeden Haber Ajansı (FHA)

Kadıköy/İstanbul

dea-chuckFasulyedenKom’da sergilenen ayrımcılığın resmi kanıtı yukarıda. Sağ köşede renk cümbüşünün arasında gri tonlu chuck görülüyor.

Fasulyeden Muhabbetler III : Ağa

Ben bir “Ağa” bilirim, o da Taksim Cami’nin yan sokağında Hacı Abdullah’ın kankası “Ağa Restaurant”. Ne de güzel yaparlar özbek pilavını, yanında vişne kompostosu. Çık ordan ver kendini Tünel’e Galata’ya, gez Mısır Çarşısı’nda Sirkeci’de. Akşamına bir mırra söyle Tophane’de, nargile üfle. Benim bildiğim ağalık böyle olur, peki seninki nasıl oluyor açıklar mısın?

Bu Ağa’nın hikayesi şu. Biliyorsun Fasulyeden’deki bu tayfa sabah akşam Türk dizileri izleyen adamlar. Sabah akşam bu dizide şu hatunu şu eleman yemiş, bu elemanın hatunu şuna yanaşmış, vay anam şu da çok komikmiş muhabbetinden başka muhabbetleri yok. Zamanında vatanımızın televizyonlarından birisini işgal eden başka bir gereksiz dizide de Erkan Ağa diye bir karakter vardı. Bu adamlar o dizinin de müptelası olduğundan ne zaman Erkan lafı duysalar yanına Ağa yapıştırıyorlar, bir nevi refleks. Sonra Ağa gel Ağa git derken Ağa kaldı adımız. Böyle kıytırık bir hikaye, hiç eğlenceli değil, buradan sana ekmek çıkmaz.

Burda militarizme karşı çıkar gözüküp Kanada’da ordunun önemi üzerine makaleler yazdığınızı öğrendiğimizde çok şaşırdık. Hatta olmayan düşmanlarına rağmen lejyoner olarak ordularında yer almak için başvuru kuyruğunda bir minibüsçü edasıyla kendine ayrı bir şerit yaratarak sıraya yaptığın kaynak “Tipik bir Türk çk çk çk” şeklinde basında yer buldu. Jetlag geçmedi galiba hala?

Bizim memleket Kanada’yla komple yer değiştirse çok ilginç şeyler olur. Bizde haftada 3 gündem değişir, takip etmeye çalışıyorum ama uzaktan her olayı takip etmek zor oluyor. Haftasonları evi arıyorum örneğin, konuşurken bizimkiler hiç duymadığım yeni bir terimle geliyorlar. Geçen hafta gedemo gibi bir şey dediler, ne olduğunu anlamadım. Genetiği değiştirilmiş bitkiler birden gündem olmuş memlekette, kısaltması bile çıkmış sözlüğe girmiş. Haftaya unutulur, olmadı bir katil falan bulunur, o gündem olur. Burada politik gündem 4 ayda bir değişiyor. Tartışma da yok pek, Afganistan’dan askerleri çekilim mi tartışması olmuştu ilk geldiğimde, tartışa tartışa çözdüler, şimdi o da kalmadı. Bizde olmaz böyle şeyler, çözüm falan boş işler, heyecan lazım bize. Genel seçim vardı geçen sene, bizim mahalle muhtarlığı seçimlerinde daha büyük gürültü kopuyor. İnsan bir tane duvarda kırmızı renkli bir afiş göremeyince seçim havasına giremiyor.

Bununla beraber Ozan ile birlikte sitenin iyi asker-kötü asker piyesini oynarmış gibi hissettiğiniz oluyor mu? Size sufleleri kim veriyor, kim sızdırıyor söyleyin. Andacınız var mı? Bu tartışmanın sonu nereye varıcak, dizi mutlu sonla mı biticek aydınlanmak istiyoruz. Spoiler manyağı yapın bizi n’olur.

İyi asker, kötü asker değil de siyasi tartışma mutlu ya da mutsuz sonla bitmez. İnsanlık tarihi boyunca farklı fikirler tartışmış, bir ütopyaya ulaşamamışlar. Daha önce de söylediğim gibi bizim insanımız bu tartışmaları hiç bitirmez, ben de dahilim bizim insanımıza. Tüm dünya ütopya bulsa biz yine başka rejim deneriz, sonra bizimki mi iyi, onlarınki mi iyi diye tartışırız. Bizde böyle.

Bilgisayarınızda hala porno site açmamaya direniyor musunuz? Basit bir anti-virüs programıyla bu sorunun üstesinden gelebilecekken nedir bu inat, bırakın insanlar sevişsin siz de izleyin zarar gelmez. Leylek pornosu bile çıktı, siz hala yerinizdesiniz neden?

Evet porno açmıyorum. Sorun sadece virüs değil, porno adı üstünde porno. Çirkin. Sevişmek var sevişmek var, belli bir amaca hizmet için porno izliyorsan bile bir estetik kaygın olsun. Porno izlemek canın müzik dinlemek istediğinde İsmail YK dinlemek gibi. Üstelik benim odamda ben yokken porno izlemen sadece bu nedenlerle değil başlı başına manyakça bir eylem. Ne yapacaksın, amacın nedir, neden benim sandalyemin üzerinde, benim odamda yapıyorsun, benim mouse’uma dokunuyorsun. Toplum kurallarından biraz haberi olan bir insan başkasının odasında izinsiz porno izlemenin arkadaşın arabısına binip radyo ayarlarını bozması gibi bir şey olduğunu bilmeli. Biraz medeniyet lütfen.

Papazınçayırı blogunda kelimelerle dans eden, onlara hayat veren okuyanları astral bir yolculuğa sulu götüren susuz getiren bir PVH iken, FasulyedenKom sathında köyünü satmış, koca şehirde domates satmaya çalışan bir Ağa olmanız nasıl bir kimlik bunalımıdır? Bu görev adamlığı rolünden teknik direktörlüğe evrilişi şişkin egonuza mı yoksa pişkin sırıtışınıza mı yoralım?

Böyle bir şey yok bir kere, açıp fasulyeden’de yazdıklarımı okursanız beni tanımasanız bile üsluptan tanırsınız “aaaa lan bu pvh” dersiniz. papazınçayırı‘nın ilginç bir hikayesi var. Ben bu spor, futbol bloglarını blog açılana kadar hiç bilmiyordum, yalan olmasın ama bir tanesini bir gün açıp baktım mı onu bile bilmiyorum, varlıklarından pek haberim yoktu. Biliyorsunuz facebook’ta gurbet ellerde yaşadıklarımı anlatıyorum arada. Geçen sene tribün ve Fenerbahçe özlemiyle ilgili bir iki yazım da olmuştu. papazınçayırı’ndaki aethewulf onu okumuş aklına böyle bir blog açmak için fikir gelmiş, biz blogu daha önceden birbirini tanıyan 5 kişi olarak açtık bu şekilde. Daha sonra anladım ki başka futbol blogları da varmış hatta yüzlerce varmış, hiç de orijinal bir fikir değilmiş. Sanırım biraz farklı bir dil geliştirmemizin sebebi de o olmuştur. Sonra tabii böyle bir ortamda adı duyuldu, geniş halk kitlelerine ulaştı falan. Şimdi günlük hakaret veya küfürümüzü yemeden rahat etmiyoruz.

Benim için de iyi bir geyik mekanı oldu. İstanbul’da haftada en az bir iki kere maçlara giden, arkadaşlarla Fenerbahçe muhabbeti yapan bir insandım, şimdi öyle bir imkanım yok. Senin tabirinle teknik direktörlüğe evrilmemin sebebi de odur sanırım, maçın önünde, sonunda kimse yok buralarda, ben de bloga konuşuyorum. Aslında fasulyeden’e de bolca yazmak istiyorum fakat Türkiye gündemini çok takip etmiyorum, o yüzden bolca yorumlarla geyik yapıyorum, sık olmasa da aklıma geldiğinde bir iki geyik yazısı karalıyorum.

Selçuk Üniversitesi’nde mezun olup huyu sütü temiz bir kızla yuva kurmak varken büyükşehiri seçtiniz. Konya insanının “Napıyon Orteaaaağm” gibi kulağı tırmalayan kalıplarından yılmış bir genç olarak kapağı İstanbul’a attığınızı düşünüyoruz. Peki buranın nesinden yıldınız da kendinizi denizaşırı ülkelere attınız?

Orta Anadolu’da hiçbir şehirde yaşamamak lazım. İstanbul gibi bir yere geçiş şart bir kere. Şimdi sebeplerini yazıp İstanbul Kayserililer derneğini isyan ettirmeyelim. İstanbul’dan memnundum. Şu anda bir şirket bana denizaşırı bir şehirde ve İstanbul’da aynı işi aynı olanakları sunsa İstanbul’u tercih ederim. Okumanın son demlerini yurt dışında geçirmemin sebebi bir de Türkiye dışında bir yerde yaşamak istememdi aslında. Eğer okula Türkiye’de devam etsem bir daha böyle bir fırsat bulamazdım, hazır fırsatını bulmuşken gidelim dedim. Yurt dışında yaşamak da bambaşka bir tecrübe, onu yaşamak istedim kısacası.

Akademisyen, profesör ve doçent kimliklerinizin hemen ardında usulca yatan “Sarhoş Erkan ve Apaçilikleri” isimli el kitabı basına sızdırıldı. Deplasman otobüslerinde ve rakı-balık gecelerindeki şiveli gülüşleriniz, bu da yetmezmiş gibi gerçekten çirkin mimiklerinizle bir garip insana dönüşüyorsunuz. Öğrencilerinize bu videoları göstersek, içtenlikle söylüyorum size sümük fırlatırlar. Bu konu üzerine diyeceğiniz bir şey var mı?

Yani aslında her insan sarhoş olduğunda bir miktar sevimli olur. Sarhoş olup kavga çıkaran bir tip değilim sonuçta. Örneğin dellez kafayı çekince senin esprilerine bile aralıksız 5 dakika gülecek kıvama gelir, şeker gibi olur. Senin çirkin mimikler, garip insan demenin tek sebebi de en son sarhoş olduğumda tamamen seni yıpratan, milli birlik ve bütünlüğünü ihlal eden, ayrıştırıcı bir politika izlemem. Aynı mekanda bulunan onlarca saygın insan arasında en saygın olmayan tip olarak seninle uğraşılmasını normal karşılaman lazım. Kapıları geniş açman lazım. Çok çirkin ve neredeyse dayaklık bir tipsin.

Bir ara ülkeye Çinli mi Filipinli mi olduğu ilk bakışta pek anlaşılmayan bir kız getirmiş, üzerine forma giydirip maça bile götürmüştünüz. Onun akıbeti n’oldu? Hala hayat onu bir oraya bir buraya savuruyor mu? Veyahut Ottawa’ya da değişik milletlerden kızları ülkeyi gezdirme bahanesiyle getirttiriyor musunuz?

Çinli idi kendisi, yakın zamanda bir çocuğu oldu, Fenerbahçe forması hediye edeceğim bebesine. Yaklaşık 6 senelik bir arkadaşım, Fenerbahçe diye diye Fenerbahçeli yaptım. Türkiye’ye geldiğinde ilk isteği Fenerbahçe maçına gitmek oldu. Pek güzel bir maç değildi ama olsun. O maç benim de son kez tribünde olduğum maçtı bu arada. Türkiye’de Uzak Doğulu görünce hele bir de Fener maçında görünce uzaylı sanıyorlar, ama burada öyle bir sıkıntımız yok. Hatta burada Uzak Doğulu değilseniz uzaylı muamelesi görebilirsiniz. İkinci dilin Fransızca olduğu büyük yalan, ikinci dil Çince.

Ülkenin çeşitli yerlerinden sabi sübyanı bir masa etrafında toplayıp kendi fikirlerinizi empoze ettiğiniz ve adını Münazara Şov koyduğunuz pespayelikten bahsetmek boynumuzun borcudur. Zillere vurup “Objection” diye bağırarak akşamki parti için kızlara kur yapıyorsunuz. Gidip kendinize başka bir eğlence bulur musunuz lütfen?

Gidip kendime başka eğlence bulalı çok oldu. 5 senedir münazara ile bir alakam yok. Üniversede kendi halinde bir gençken o turnuva senin bu turnuva benim takılıyorduk. Bir faydasını gördüğümü söyleyemem, gereksiz bir aktivite, yalnız mükemmel insanlar tanıma şansım oldu o sayede. Tribünden ve münazaradan kazandığım arkadaş sayısı, lise ve üniversitede kazandığımdan fazla. Ancak ona bir faydası olmuştur. Bizim memlekette kendini aç aç gecesinde sananlar, daha çok bağıranlar haklı çıkar. O yüzden münazara falan, boş aktiviteler bunlar.

Farkettik ki basket forumlarında at koşturmaya başlamışsınız. Bu kadar yıldır hukukumuz var, ribaund desek küfür sayıp bardak fırlatırdınız. Hukşat diyen birinin sol gözüne parmak soktuğunuz çocuğun mahkemesi hala devam ediyor. Duvarınızdaki Erdal Koşan posteri vizyonunuz hakkında önemli ipuçları vermesine rağmen yine de soralım, içinizdeki bu entel basketbolseveri yıllardır nerede sakladınız?

Bu kadar yıldır bir hukukumuz olmadığını sorduğun soruyla kanıtlamışsın. 5-6 yaşımdan beri Fenerliydim ama sağlam Fenerli olup maçlara ağlayacak duruma gelmem 90’ların ortasına denk gelir. O da Fenerbahçe futbol takımının en kötü zamanları, sonra zaten Galatasaray 4 sene üst üste şampiyon oluyor. O arada İbrahim Kutluay, Henry Turner, Marko Miliç gibi adamlar sayesinde sağlam Fenerli oldum, futbol takımı sayesinde değil. İstanbul’da değildim ama televizyon başından kalkmazdım basket maçlarında. Elendiğimiz Real Madrid maçından sonra ağlamaya başlayınca babam kızmıştı hatta. Daha sonra şube küçüldü, Ümraniye isimli kırsal kesimde maçlar oynanmaya başlandı, bizim de Fenerbahçe basketbol takımına ilgimiz azaldı. Ona rağmen yurtta, İbolu Panathinaikos’un Euroleague finalini izleyip çılgınca Bodiroga ve İbo’yu desteklediğimi hatırlıyorum, basketboldan kopmadım yani. Daha sonra Aydın Hoca döneminde belki Türkiye’yi sallamıyorduk ama yine ilgi arttı, Abdi İpekçi’ye taşındık. O dönemde gittiğim basketbol maçı sayısı gittiğim futbol maçlarının en az 2 katıdır. İbrahim Kutluay benim için Can Bartu kadar, Cemil Turan kadar Fenerbahçe efsanesidir, hatta canlı canlı izlediğim için daha değerlidir.

Koçlu Kanaryalar grubu olarak okulun altını üstünü getirdiniz, canoğlan’la beraber nice organizasyonda beraber yer aldınız. Şimdi soru sorma sırası bende, şu andaki okulunuzda stand açtınız mı hiç? New York’taki Fenerbahçe Korteji’nin bir benzerini orda gerçekleştirebilme şansınız nedir? Orda bayrağımızı bir şekilde dalgalandırın artık, istirham ediyoruz.

O iş zor. Geçenlerde Roberto Carlos’a verip veriştirdim blogda. Sonra aynı gün, giydim formayı okula halı saha maçına… Üzerinde Manchester forması olan Çinli bir eleman geldi “aaa Fenerbahçe forması” dedi. Nereden biliyorsun sen demeden “Roberto Carlos” dedi bana. Bu arkadaşlarla futbol anlayışımız geceyle gündüz kadar farklı. Bunlara sorsan hâlâ 3-5-2 oynatırlar takıma. Ayrıca canoğlan kod adlı Ulvi’nin Koçlu Kanaryalar’a gram katkısı olmamıştır onu da eklemem gerek. Herhalde Görkem isimli şahıs bile Ulvi’den daha faydalıydı.

Bir dost meclisinde Amerikan ve Anglosakson dizilerini öve öve bitiremeyip konu Türk ve yavruvatan Kıbrıs dizilerinden açıldığında onları itin götüne sokarkenki yaşadığınız orgazm SESAM tarafından anbean görüntülendi. Tamam “Bez Bebek” bu konuda bir milat olmuş olabilir ama yine de en azından bir şans vermek istemez misiniz diğer dizilere?

Şans verdim. Avrupa Yakası bile izledim zamanında. Şimdi de bu Geniş Aile. 1.5 saat sürüyor diziler, dört kere gülüyorsun. 1.5 saat film süresi gibi zaten, millet filmine 5 yılda senaryo yazıyor, bizimkiler 1 haftada 1.5 saatlik senaryo yazıyor. Bu kadar uzun diziyi sadece kelime oyunuyla götüremezsin, stand-up’ların bile bir kurgusu, senaryosu olur. Bu kadar yerlerde sürünen senaryoya da en fazla 10 dakika tahammül edilir. Sırf Ulvi isimli rezil bir karakter olduğunu duyduğumdan izledim mesela, lakin nasıl gerçek hayatta Ulvi’nin tükettiği oksijen ziyansa, bu dizideki Ulvi’nin aldığı her saniye ziyan. Doğaş değil, bayağı, zorlama, yanındaki sevgilisi abartılı; komik değil yani ve en az yarım saat bunu izletiyorlar. Kurgusuz böyle oluyor. Curb Your Enthusiasm’ın mesela 7. sezonu, şimdi sonuna yaklaştı. Dizi 25 dakikalık 10 bölüm ve 2 senede yazıldı bunlar. Sezon başlamadan 10. bölümün gösterim tarihi ve konusu bile belliydi. Senaryo ve konuyu sezonluk bütün olarak yazıyorlar, haftalık olarak değiştirdikleri şey espriler ve metin oluyor. Çok daha komik, dağınık olmayan, karakterlerin yeri belli bir dizi. Türk dizileri ve yabancı diziler arasında uçurum var, kıyaslanamayacak derecede.

Yöresel deyişler üzerine araştırma yaparken Konya’nın bir kazasından çıkan “Üzüm yiyen köpeği, pekmez sıçıncaya kadar kovalarlar.” atasözüne rastladım. Boş zamanlarında böyle şeyler yapar mısınız gerçekten Konyalılar olarak? Pekmez bu kadar zor bulunan bir şey mi oralarda?

Çok saçma bir atasözüymüş. Kendimi Konyalı gibi hissetmediğimden olsa gerek, istenilen duygusal bağlantıyı kuramadım atasözüyle. Konya gerçekten gereksiz bir memleket. Gidip yaşamayın orada. Belki turist olarak bir iki gün gidilebilir. Daha fazla konuşup dea’nın topuğuna Konyalılar Derneği tarafından tutulan tetikçinin sıkmasını istemem. dea ne kadar bazen tepkimizi çekse de senin kadar sevmediğimiz bir insan değil, hatta kendisini severim bile.

Dünya turunda öncelikli olarak nereleri gezmek istiyorsunuz ve bunları gerçekleştirebileceğinize inanıyor musunuz?

Avrupa’yı baştan sonra gezmek isterim. Baştan sonra derken saçma oldu tabii. Portekiz’den Yunanistan’a, Malta’dan İsveç’e canım kurban bu kıtaya. Avrupamız kıtamız, Barroso önderimiz, eğer susuyorsak, barış ister milletimiz. Avrupa’yı kısmen gerçekleştirdim ve bu kısmeni büyüteceğime inanıyorum, fakat tüm ülkeleri gezebilir miyim emin değilim. Umarım olacak. Orası bitince Güney Amerika, sonra Asya. Kuzey Amerika’yı kimse listesine almasın, bir şey yok.

Hayatta gelmek istediğiniz nokta nedir?

Gelmek istediğim bir nokta falan yok sanırım. Aç, işsiz kalmayım yeter. Örneğin şu anda ateşim var gibi ve acaba domuz gribi oldum diye tırsıyorum. Üç gün içinde ölmemek şu anda gelmek istediğim tek nokta. Kısmet diyelim.

Bu güzel röportaj için teşekkür ederim, son olarak söylemek istediğiniz şeyi Quebec’çe alırsak seviniriz. Tamam Fransızca da olabilir.

Aslında Fransızca, Çince ve Moğolca söylerdim ama bu mesajımın çok net iletilmesini istediğimden Türkçe yayımlamak isterim. Ulvi isimli şahısla tanışan herkesin, özellikle kıymetli büyüklerimizin fazladan dikkatli olmasını diliyorum. Bu şahıs çok tehlikeli, şirinlik kisvesi altında memleketim insanını soyup soğana çevirdi. Bu adama bundan böyle kimse 5 kuruş koklatmasın. En büyük temennim budur.

Dea’nın notu: Rasim Ozan Kütahyalı’ya röportaj için Helin Avşar gidiyorken Ağa’ya Ulvican’ın gitmesi FasulyedenKom’un ayıbıdır… Çok üzgünüm Ağam, benim hatam…

O div senin, bu class benim…

16 Eylül 2008’de değiştirmiştik tasarımı en son. Ufak, tefek, görsellerle oynama yazı tipini değiştirme filan gibi küçük sürprizler, belli belirsiz mutluluklar yaşasak da, 1 yılı aşkın süredir aynı tasarımla devam ediyoruz. Ve tabii çok normal olarak belli bir bıkkınlık, belli bir sıkıntı hali hasıl olmadı değil. En azından ayran gönüllü olan bendeniz de… O yüzden tasarım değiştirmeyi çok uzun zamandır düşünsem de, WordPress temalarında tam istediğimi bulamama ve css editleme konusunda kendime hiç güvenememe nedeniyle sürekli erteliyordum. Ama artık zamanı geldi… Yaktık gemileri, geliyoruz! Daha Fazlasını Oku

Fasulyeden Muhabbetler II : Tosun

rehavet

Sizin için tembel hayvanları bile kıskandıracak derecede bir miskindir, kanı akmaz onun, aksa da kokmaz türden bir insan deniyor. Çok ağır ithamlar değil mi bunlar sizce de?

Öncelikle bana bu fırsatı sunduğu için fasulyedenkom ailesine teşekkür ederim. Sorunuza gelecek olursak, tembel kelimesinden ne anladığınıza bağlı olarak değişir bu durum. Tembel kelimesini olumsuz bir sıfat olarak görebilen insanlarla zaten ben bu konuyu tartışmam bile. İnsanlık tarihi boyunca böyle olmuştur bu zaten, insanlar kendilerinden farklı olanı dışlayıp toplumdan uzaklaştırmaya çalışmışlardır. Biz ağırkanlı insanlar, sizlerin deyiminizle tembeller, tembelliğimizden utanmıyoruz. Tembellik bir yaşam biçimidir. Tembel adam yaratıcı olur. Bakın tarihe, mucitlerin çoğunluğu tembellerden çıkmıştır. Zamanında atalarımız, ayağına üşenmeseydi, heryere yürüyerek gitselerdi, buhar gücünden tut, motorlu taşıtlara, oradan devam et toplu taşıma sistemlerine ve hatta akbile kadar bütün bu icatlar silsilesi nasıl gerçekleşeceğidi be adam? Antep’e deplasmana gitmek istediğinde dabanların şişmeyecek miydi? Tembellerin t*şaklarını yiyin lan…
Daha Fazlasını Oku